30 Aralık 2009 Çarşamba

ARALIK

Aralık.
Her anı anılardan çalan
Kalbin titreyişinde donmaya mahkum
Alnından,
Sırtından,
Avucundan damlayan.

Kendini topluyor yerden.
Aklın yolsuzluğunda bir eskici.
Nihavent makamında bir şarkıya
Varlığımı ortak ederken başka kollarda can veriyor ruh.
Solgun bir çiçek dudaklarımdan seni çalıyor.

Gözlerime bir bak
Aralık.

Kapanıyor ışıklarım.
Köşe başlarım vurguna hazırlanıyor.
Kelepçe sesleri eşliğinde planlar yapıyorum.
Nakaratım kısa
Aralık.

Yeminler ediyor karşımda bir kafir çekinmeden.
Dinliyorum sualsiz.
Kulağımda bir gürültü sokakta kıyamet marşı çalıyor sanki
Can veriyor bütün yalnızlıklarım.
Dinle bak
Aralık.

Kılıcını çekmiş bekliyor beni niyeti el koymak varlığıma.
Hani üçü beşi hesaplayıp kazanacak aklınca.
Bakıyorum uzun uzun elinde parlayan kılıcına.
İtiyorum tabureyi.
İzle bak.
Kapım.
Aralık.

23 Aralık 2009 Çarşamba

SOLDAN GİDERKEN

Kalbin ağrısına halay çektiriyor.
Yalınayak.
Kuleden sarkmış umutlar.
Yerlere dökülüyor.
Mevsim kar açıyor.
Kanın üstünde.

8 Aralık 2009 Salı

HAY AKSİ !!!

Ben hiç yormadım elanı,
Sen hiç tutulmadın yeşilime..

Haleti ruhiyemin agresyon isteğini bastırır umuduyla birkaç satır karalamaya karar verdim.Öyle ya ne zaman başım sıkışsa yazmaya yeltenip,içimin can çekişen ya da iyice edepsizlik edip sürmenaj olan fonksiyonlarını düzeltmek amacıyla başlıyorum düzensiz kelime guruplarından yardım talebinde bulunmaya.Hey hat ne garip bir örgüdür bu, sararken ısıtmak vaadiyle,ilmeği kaçmış koca deliklerden -bedeni sıyırıp geçer sandığım- ayazların gidecek başka yer yokmuş gibi bende konaklama hali? Akşama varıyorum,akşamdan aşıyorum.Taşıyorum ellerimin arasında, aslında elimde değil de sol üst köşede,tam olarak olması gerektiği yerde olması gereken yüreği.Tetiklenmekte olan şüpheciliğimin sürprizlerle zenginleşiyor olması ise ayrı bir mevzu tabi.Hele gözlerinizi her kapattığınızda karşılaştığınız manzara değişmiyorsa, değmeyin artık pıtır pıtır söylenmelerle yol alanlara.Geçmişi saçın yerlere,biraz dikkat etmeyi ihmal etmeyin üstelik,şöyle kısık gözle bakın,açıp bakın,kapatıp bakın.Anılar etrafınıza keskin nişancılar yerleştirmişken tadını çıkarın saklanan -vazgeçilmesi imkansız-fotoğraflarda gördüğünüz aşkların,dostların.Sonra bu konudan kimseye bahsetmeyin.Biraz önce nefesi kesilen,yer ayaklarının altından kayıp giden,burnunun direği sızlayan siz değilmişsiniz gibi gülücükler saçın etrafa.Umudunuz yeşerip yeşerip solarken,en güzel hayallerinizin kapısını aralayıp,merhaba demekten vazgeçmeyin kendinize.Daha somut örnekler vererek,inceldiği yerden kopsun mantığı ile geçip karşısına "canımı yaktın ve bunun farkında olmaman canımı sıkıyor" diye bağırıp,öyle yazsaydım daha iyi mi olurdu?Hiç sanmıyorum.Ne zaman tartışmaya başlasak kavgaya dönüşüyor.Sanki iki farklı kıtanın kralı savaşıyor sanırsınız.Senin tavukların benim çitimden aşıp tarlamı talan etmişler diye başlayan konuşma,geçen bahar açan çiçeklerin vazgeçilmezliğine kadar varıp,o çiçekler kimindi diye alevleniyor.Yanacak o kadar çok şey varken üstelik.Benimkisi yıllarca prensin gelmesini bekleyen külkedisinin hiperfaji hastalığına yakalanıp, ayaklarının tombul tombul şişmesine benziyor.Camdan papucunun tekiyle arasıra kendi kafasına bir iki vuracak olsa bile,prensin diğer tek ile ne yapacağı da merak konusu olarak kalacaktır hatırında.

28 Kasım 2009 Cumartesi

SATILIKTIR BU ŞEHİR ALMAK İSTEYENE

Çatık kaşlarını dikmiş hasrete
Yol veriyor ondan önce gelen aydınlığa.
Ardından bakanı perdeleri kapalı bir sessizlikte bırakıp
Koşturuyor ondan önce gülen herkese.
Aşk.
Satıyor ruhun bedene kaygısını
Döküyor süt dişlerini ilk önce
Camda bir seyirlik yüzün yaşını topluyor ırgatları
Kaç renk ?
Sorgusu alınmamış kaç renk kaldı ki
Değip geçmemiş kaybolan düşlere...
Kurşunu gülüşünün sadakatsizliği
Vurulup düşerken ben hece hece
O çoğalıyor sorgusuz başka köklerde.

17 Kasım 2009 Salı

VERESİYE DEFTERİ

İçimde kargaşalar,içimde yoklayıp duran ayaklanmalar.
Devamı devam edecek olan isyanlar,
Bir ağızdan diğerine,
-büyüyerek yol alırken-
Nefrete susuyorum.
Kaydını çıkarıp attığım,
-beden içine saklanmış-
Ürkek bir atışın canımı sıkan debelenmelerine,
Geçirip tırnaklarımı,
Nefrete kusuyorum.
Kendini kaybetmeye ayarlı adamların, kadın sesinde,
Boğazıma takılırken kelimeler,
-aslında bağırılabilir gerçekler-
Yukarı çevrilmiş bir elin gölgesinde,
Nefrete pusuyorum.
Kays tanıdığım tek kahraman değil.
Ferhattan,Keremden,Siegfried'den bahsederken,
-şehla gözlerini şehre çevirmiş yürek-
Nefrete bakıyorum.
Çıplak hayaletler dolaşıyor parmak uçlarında,
-Tıkır tıkır bir sessizlik-
Sağırlığıma pamuk tıkayıp yastığa eğiyorum başımı,
Nefrete uyuyorum.
Mola veriyor ham hamam böceği,
Bir bardak sütü birlikte içiyoruz.Düğmeye dokunuyor bir el.
-korkunç bir aydınlık-
O kaçıyor karanlığa.. Ben,
Nefrete koşuyorum.
Bırakıp giden,iz sürmekten vazgeçmiş,eskimiş meşk ibareleri.
-kayda değer-
Bir kanıt istiyor.Kabarık veresiye defteri.
Nefrete yazıyorum.

10 Kasım 2009 Salı

AKILSIZ NOTLARIN SİDİKLİ PRENSESİ

Başında belalısı  hasret
Sidik yarıştırıyor  çıplak ayaklarıyla
Karşısında kimi görse içinde zehirli sarmaşıklarla
 Dilini bozuyor durmadan. 
Bu kız böyle şeyler yazmazdı oysa
Görüyor koca gözlerini elindeki tek lokmaya dikmiş
Bir yabancı yalan vaatlerle
Teninde bir hakimiyet kurma telaşında
Düzineler oluşturmuş ayrılığından
Satmaya çalışıyor
Bir iflahsız saçlarından köprü kuruyor
En yalın halinden dağınık insan yalnızlığına
Derli toplu kıyafetleriyle hazırlanıyor her gün
Aynı sahte baloya
Adam, her sabah uyanıp aynı saatte
Düzenin içinde yeni başarılara imza atıyor. 
Akşamları huzurlu, elinde hep bir başka el sıcaklığı
Aklında geçmiş geçmiş gitmiş
Çoğunu  hatırlasa da hep birini unutuyor
Kadın, bileğinde sürgün yemiş bir sevda 
Ayrılık besteleri yapıyor yine aynı aşkla
Belini biraz daha daralt boyunu kısalt azıcık Ismarlama bir entari diktirme telaşında
Eğri bedenine eğreti bir ihtişamla
Gülüyor yüzü.
Gülüyor deli.
Saatin başında nöbet tutarken. 
Gülüyor deli.
Deli velini çağır! 
Gülüyor deli.
O da delirdi.

6 Kasım 2009 Cuma

SON SAHNE "ADIMI DA UNUT"

Hangi aşka sarılacağını bilmeyen kollarında sabahlar gördüm ben.
Akşamlara yürüdüm tereddütsüz.
Saçlarıma benzin kokusu sindi bu intihar girişiminde
Ellerim kapandı kapı kilitlerine
Gürültüsüz.
Çıt çıkarmıyor yüzümdeki utancın sahibi.
Sarıldığım yalanların
Başucuma  kurduğu tuzakları
Kör yüreğine yadigar bırakıp
Yazgıma sataşmayı yeğliyorum bu sefer.
Kaygısız gidişimin acılı yanı.
Özlemini yakıyorum içimde.
Doluyor vaktim.

Deliliğe varan düşüncelerimde soluklanıyor namahrem düşlerim.
Her yolculukta başımı kendi omuzuma yaslıyorum.
Vah vah edip göz ucuyla bakanlara, şımarıklık edip gülenlere
Yoldan başka bir yeri göremeyen yolculara hayretler içinde hayret ederken
Kapının önünde buluyorum kendimi.
Paspasının üzerinde kıvrılan kedilerden bile medet umarken
Merdivenlerinden çıkıyorum yokluğuna.
Deli olmuş gönlümün alasıyla adını yazıyorum duvarlara.

Seni arıyor gözlerim.
Gürültülü beddualar yükselirken havaya
Son bir sesini duyayım diye meydan okuyorum hayata.
En güçlü sesimi takınıp, merhaba diyorum.
Üzerimden varlığını çekerken son bir sen istiyorum.
Kursağımda takılı kalırken adın hasretini bağlıyorlar boynuma
Elvedam yarım kalıyor.

Ziyan olmuş içim sıkıyor dişlerini.
Hafaza meleklerim yazmaya hazır bekliyorlar.
Sensizliğe attığım her adımım bir diğerini korkuya salıyor.
Korkunç bir yokluk son buluyor.

Önce gözlerin düşüyor ellerimden
Parmak uçlarını kaybediyorum ardından.
Çizgilerin siliniyor hatırımda bulanıklaşırken hayalin.
Saçların karanlık kapının eşiği 
Giriyorum içeri.

Adın ardımdan savrulurken
Sana bırakıyorum seni.

3 Kasım 2009 Salı

SOKAK KAPISI "YALNIZLIK"

Gözlerinin önünde,
İp atlamaya çalışan afacan çocuklar gibi,
Zıplayıp dururken,
Bıraktım bedenimi,
Ruhuma batırıp durduğu iğnelerinin kör ucunda,
Kalbim ah etsin diye.

Kin kusarak,
Dilinin altına sakladığı " cezan ağır olacak" diye tehditleri,
O her konuştuğunda " merhaba" diyorlardı oldukları yerden.

Anlat dedi.
Karşı kıyıya gitti geldi çocukluğum.
Cennete erdi geldi fani ruhum.
Sokak ortasında bıraktığı bedenimin çığlığı duyulmasın diye,
Tırpanlandı dilim. Mideme akıyordu bütün kan.
Ekşi, sıcak kanımdan nefreti yutuyordum.

Ağıtlar yakılıyordu içimin bir köşesinde,
Bir yanı boka  batmış böcekler kadar mutlu(!)
Beyazcık bir kız oturmuş, gitme diye ağlıyordu.
Başucumda umut diye ilan ettigim,
Koynuna alıp çaresiz varlığımı, ninnimi söylemeye başladı.

Kaçtık olduğumuz yerden.
Ne o bir cellattı artık,
Ne de ben ölümüne susamış bir ceylan.
Yarım kalan kelimeler hiç kurulmamış cümlelerin hasretiyle yanarken,
Kondurdu alnıma, alın yazımın mührünü.

24 Ekim 2009 Cumartesi

GERÇEĞİ KİRLETEN

Güldüğümüz anlardan düşünce ayrılığa,
Sana yalvarışlarım kaldı avucuma damlayan.

Sanmak...
En iyi yaptığımız şey bu,ahkam kesmek,kendi doğrularımız üzerinden bir değer yargısı oluşturup,evet kesinlikle böyle yapıyorsun deyip,yapılacak tüm açıklamaların önünü kesip "hadi bakalım, anlat şimdi. Senin neyin var " diye sormak.Ve siz karşınızdaki bir açıklama beklediği için,anneniz,babanız,kız arkadaşınız,erkek arkadaşınız ne bileyim işte, soruyu soran her kimse ,sizden bir açıklama beklediği için,derin bir nefes alıp, ona duyduğunuz, o bitip tükenmek bilmeyen sevgiden dolayı tüm samimiyetinizle "içinde bulunduğunuz" durumu anlatmaya başladığınızda, umursamaz bir yüz ifadesi ile karşılaşınca, üstüne, anlattığınız sizce doğru, onca yanlış olanı dinlerken, gülmeye başladığında, nasıl hissedersiniz diye sormak geliyor içimden.Nasıl hissedersiniz acaba? Bu keyifli(?) sohbeti yüreğinizin içinde oluşan fırtınadan uzak tutmaya çalışırken,içinizden tırnaklarınızı kemirmek,saçlarınızı koparmak,şöyle alabildiğince uzaklara değip gelecek bir çığlık atmak ya da gözünüze ilişen ilk şeyi duvara fırlatıp,kırgınlığınızı bir parça olsun somutlaştırmış olmak istemez misiniz?
Oynamak...
Eğer bir film izlemeye gittiyseniz keyifli,sahnede oyuncular en güzel kostümleri kuşanıp,en can alıcı repliklerle ,o büyülü ışıkların altında sizi etkisi altına alıyorsa mükemmel.Oturduğunuz koltuğun hemen yanında sürekli sizi suçlayan,bitir bu oyunu diye uyarılarda bulunan biri var ise eziyet.Kalkıp olduğunuz yerden "ben oyun oynamıyorum.İzlemeye geldim görmüyor musun " diye bir cümle kurmaya kalkarsanız (ki bunu yapamazsınız )kargaşa...Sizden hayatınıza dair gerçekler isterken elinize bir metin tutuşturup,evet gerçekleri anlat bakalım diyen, o metni okumanızı istiyorsa oyun.
Hayat...
Baktığımız yerden gördüğümüz kadarı.Benim için derede tepede çocukluğum,senin için terkedip giden sevgili,onun için yavrusuna sarılmak,bir başkası için para kazanmak,bir diğeri için sürekli çalışmak,bir diğeri için ağlamak...İçinde bulunduğumuz durumun yansımalarına bağlı olarak,bazen koşar adım, bazen adım adım yol alırken ,uykuya dalmak.
Aşk...
Aydınlık bir sonbahar akşamı,kuş sesi,toprak kokusu,simit yemeyi sevmek,dalgalara onunla bakmak,parklarda onunla yürümek.Birlikte diye cümleler kurmak konusunda en bonkör davrandığımız anlara salan,çok akıl başta halleri olanların kaldıramayacağı kadar ağır,en iyisini bilenlerin göremeyeceği kadar küçük,suskunluğu sevmeyen,çok konuşandan hemen gidiveren, narin,her an ölmeye hazır rengarenk bir kelebek.
Güven...
Kaç kere sarsılırsak sarsılalım,bin yemin edip tövbelerle doldursakta günleri,biri gelir yazımızı kışa, biri gelir kışımızı yaza çevirir.En yakınımızda taşımaktır öldürücü darbeyi.Çok sevdiğimiz arkadaşımız ya da çok sevmeyi paylaştığımız ( her kim olursa olsun) başımızı öne eğme nedenimiz olduğunda,her damlada yine ona, hep ona ağlarken, içimizin artık tükendiğini düşünürken,sürekli yeniden doğmak.
İşte bende yaptım.Yani bence olanları yazıp ahkam kestim.Ama bunu yaparken hiç kimsenin karşısına geçip ellerimi sallamadım.Ya da beni dinle dediğinde susturmadım karşımdakini.En yorgun zamanlarda ise dinlemek için daha çok eğildim.Yorgunum, sus demekten daha adil bir davranış değil mi? Zaman parçalara ayırıyor bütünlerimizi ve tekrar yapıştıralım diye başka parçalar koyuyor önümüze.Eski dağılan parçalarımıza ağlarken,birileri bizi izlerken üstelik,yeni parçalardan güzel güzel şekiller oluşturmamızı bekliyor. Çoğumuz, çoğunlukla meydan okuyoruz zamana.Hani konu olmuştur tarih boyu yazılana,çizilene,çekilene.En beylik lafları da ona karşı ediyoruz hiç çekinmeden.Şimdi ben şuraya yazıveriyorum."Seni alt edeceğim zaman" diye, zaman basıyor kahkahayı,hadi bakalım diyor, demek ki sıra sende.

Gitme diye cümleler kuruyor içim.
Senden sonra aydınlık kalır mı bende?

20 Ekim 2009 Salı

KAHIR

Son umudumuzu da kaldırdık rafa
Ayaklar altına serdiğin yeter deyip 
Onurumuza attık tokadı.
Nasıl bir yıkılıştı. 
Ne devrilmeydi o son kelimenin yokluğunda
Nasıl bir iç çekişti seninkisi ? 
Ey namert ! 
Ey yüzü bulanık gönlünden.  
Taşırdığın derelerin azgın yataklarında 
İpini çeken celladın dilinde ölüm sana yakışacak en çok
Ölüm seni paklayacak karaladıklarından diye savrulan
Kelimeler tekrara düşerken
Yalvarmamanı çok yerinde bulan bir onay işareti ile 
Vaktidir deyip
Sattım mezarına bedeninin kokuşmuş sevdalı kelimelerini. 
Duydunuz mu ?
Can verdi bir katil beni katil ederken. 
Kayalara sataşan çığlıklarımdan 
Dalgalar umut etmeyin artık.
Elinin kiriydim.
Pasaklı, ucu yırtık elbiselerimle. 
Çıkardım üzerimden şaşaalı yalnızlığının
İçine çeken yalanlarını.
Öyle bir beddua doladım ki dilime
Başıma yıkılacak cehennem sanırım. 
Cezası ağır olacak bu terk eylemine kapılıp oynaşmaların. 
Şehirlerin hepsi yıkılacak lanetli gölgelerinde sakladıklarıyla 
Üzerime boşaltacaklar nefretlerini.
Sodom ve Gomora'dan beter olacağım. 
Affı mümkün olmayan günahlarımdan sayarken seni
Kahkahamla inleyecek şeytana ait tüm zaferlerinin utanç verici başarısı 
Yerlere saçılan sancılarımızın son çırpınışında
Oraya buraya çarpmalarında
Soluksuz sığındığımız anlardan anılara düşerken
Sana zemheri bana karakış ise olanlar
Farklı yazılan iki acının ortaklığından
Her gün ölüp ölüp dirilen
Bir koca yenilginin sahibiyiz artık biz.

Sana benden çok yakışan var mıydı ? 
Bana senden çok aşk bakan ? 

Elvedaya yanaşmayan dilimden sonunu yazarken
Seni inkara zorlayan , benden dışarı salan
Sahipsiz çocuklar gibi kalabalıklar içinde beni arayan gözlerinin akıttığı
Yüreğime taşıp duran
Kabul ettim elvedanı ağlayışından
Sürünerek yüz çeviriyorum. 
Hoşça kal dünyadan. 
Hiç olduk. 
Biliyorum.

19 Ekim 2009 Pazartesi

KIŞ MASALI

Saklarım koynumda yenik düşen sevmemizi.

Yanarım yangın nedensiz büyür.
Hiç şikayet etmeden başa sararak ilk  bakış tazeliğinde
Heyecanımı gizlemeden yürürüm.
Kalbim yuvasından ha uçtu ha uçacak...
Kuş telaşında...
Yaşadığımız anlar gibi.
Yanarım yangın nedensiz büyür.
Ünlü "aşk"  ünsüz " aşk" harfleri satın alabileceğim
Elden düşme bir kalbe talip olurken
Devren " kiralık" tabelasını indiririm yürekten.
Sataşırım dili bozuklara
Yolunu kaybetmiş kahramanların ecellerini yazarım
Yaslarım kendi ölümüme başımı.
İçinden akıtırken zehrini yeniden tutar elimden.

Saklarım koynumda yenik düşen sevmemizi.

13 Ekim 2009 Salı

MUTLU YILLAR FATMA

Ve biter bütün geceler her sabah...

Aman Tanrımmmmm bugün benim dogum günüm!!! Eyvah dememek için kendimi korumaya çalıştığım tüm kelimeler " hiç bir yere kaçamazsın Fatma" diyerek etrafımda salına salına manken edasıyla yürüyorken ,bu doğum günü çocuğu (?) olma kargaşasından,saat on ikiyi vurduğu vakit sıyrıldım sanıyorum.Eyvahlar olsunnnnnn büyüdüm yerine, hoşgeldin beni yaşlandıran yeni vakit diyerek, bunun herkesler tarafından farkedildiğini bilmenin verdiği o garip, ağır sorumlulukla yarın için endişeler biriktirip, olgun bir düşünce oluşturmaya çalışıyorum. Neyyyyyyyyyyyy ( televizyon izlemeyen biri için orada bir şey görüp bağımlısı olmak ne kadar enteresan bir durum ?) Yemin olsun kanalını hatırlamıyorum ama programın adını biliyorum çok şükür "haneler":))) Tesadüfen izleyip bir dahaki programda "yaban" tiplemesini seyre dalıp gülmek için heyecanlanmaya bile başladım. Hatta bu ara Burhan Çaçan'ım ben nidalarıyla ortalıkta dolaşırken, kendime yeni bir slogan bulmuş oldum:)Burhan Çaçan'ım ben Burhan Çaçan:))))) Tekrar etmemi yanlış anlamayınız lütfen.Hani gerçekten yaşlanmış, bir önceki satırını bile hatırlamıyor ve bu yaşlılık işine hazırlamış kendini bu kız diye geçmesin aklınızdan.İşin güzelliği orada zaten.Yani tekrarda:) Şimdi bir yanım geçen günlerin ardından el sallama telaşında bir yanım gelecek için kaygılarıyla boğuşmakta.Buralardan gitmek hevesim de iyice başımın üzerinde kuşlar böcekler eşliğinde gezinip dururken,bir yanımı bu şehire bağlayan,doğumumla başlayan bu serüvenden çıkıp, yeni bir hayat isteği ile kaçıp gitmenin de çok kolay olmayacağını bilerek, al sana efkarlanmak için bir neden daha diyorum.Yaaaaaaaaaa ne olacak şimdi? Beşiktaş'ı unutabilecek miyim? Merdivenli sokaklarında oynadığım günleri mesela? Ya da bu yakaya geçtiğimizde mahalle arkadaşlarımla ilk tanışma şeklimin kavga ile olduğunu unutup başka bir diyarda sıfırdan başlamak mümkün olur mu? Bu yaşa gelmiş bir ben için sıfır noktasından başlamak imkansız!!!! :(((((( Neyse, hemen umutsuzluğa kapılıp bu güzel günü(!) zehir etmenin anlamı yok değil mi? Gi-de-ce-ğim!! Küçük bir kasabaya yerleşip,minik evimin bahçesine çiçekler ekeceğim ve bahçeye dadanan(musallat olan) böceklerden şikayetçi olmayacağım.Evimin bahçesinde çardağım olacak elbette ve orada kahvemi yudumlarken,umut dolu yazılar yazacağım.Tembellik ettiğim için hayıflanmayacağım üstelik:))) Sabahları evimin içinden dışarıya yayılan kek kosusuyla yoldan geçenleri baştan çıkarmakta pek bir keyifli olacak:)Radyo dinleyeceğim bir taraftan, şu sanat müziği parçalarını çalanları yani.Ah ne keyifli,sıradaki eserimizi X şehrinden, bayan X tüm sevdiklerine armağan ediyor diyecek spiker ve ben penceremi aralarken, dışarıdan gelen kuş sesleriyle birleşince radyomda çalan o harika şarkı, benim adım huzur olacak. Kimsenin yanına "yar" olamayan varlığımın bitmeyen gel-gitlerinden sıyrılıp,yarınsız hikayelerden,hep bir hayale batırdığım yüreğimin sancılarından,geçip karşıma "yanlış" yapıyorsun diyerek parmaklarını sallayan doğrucu Davutlarımdan,ulu orta yerde beni hatalarının ortakları kılanlardan çekip nem varsa,kendi parmaklarının gölgesinde yankılansın sesleri deyip gideceğim.Sevgilim demekten yorulmuş bir sevgili bırakıp ardımda,ne olurdu şimdi yanımda olsaydı diye düşünmeden yine yalnız bir ben alıp yanıma elveda diyeceğim. Şimdi sadece bir soru kalıyor aklımın köşelerinde peşinden koşturan beni.
Kim bu aşk bilmez?

9 Ekim 2009 Cuma

ESMERDİ ZAMAN

Kapanırdı kapılar,
Yoksulluğa el açan düşlerinde..
Her hikayeyi dinlerdi yüreğinden,
Karşılıksız suskunluğunu boynuna asıp gezerken.
Divane kahramanlar,deli ayrılıklar sıkıştırdığı,
Yenik kaleleri vardı şehrinin..
Ucu yakılmış mektuplar hayalinde,
Yeni zamanlarını takas etmek isterdi bazen,
Hiç yaşamadığı eskileriyle..
Çocuk hikayelerini severdi.
Mutlu olmak için yazılırdı hepsi,
Mutlu etmek için okunurdu minicik yüreklere..
Esmerdi zaman,
Siyaha çalan tüm renkleriyle,
Karşısında dikilip duruyordu..
Sualler bitmiyordu,
Kendi kuşatmalarını kutlayanlarca yakılan köşelerinde..

8 Ekim 2009 Perşembe

ALAMET—İ FARİKA(M)

Haczediyorum bayım gözlerinizi
Kıvrım kıvrım bakışlarınızla.
Gülüşünüze el koyuyorum üstelik
Sesinizi de alıyorum yanına.
Elleriniz de pek bir benim duruyor.
Ne de aydınlık uzanıyorlar öyle.
Yüzde yüz faiz uyguluyorum efendim
Geri almak için nafile çabalara girmeyiniz diye.
Borçlu kılıyorum sol yanınızı sol yanımda adınızı sevmeye.
Haczediyorum efendim tüm günlerinizi 
Mahmur sabahlarınızı , yıldızlı akşamlarınızı.
Patikalarınızda yürürken çiçek kokularınızı
Vadilerinize taşıyıp, boynuma diziyorum.
Alıyorum elinizden affınıza sığınarak tüm ovalarınızı.
Pembeler salıyorum peşinize, maviler, yeşiller...
Yaseminler açıyor caddelerinizde,
Bulanıyorum izniniz olmadan.
Size ait ne varsa haczediyorum biriciğim,
Günahını sormadan.

5 Ekim 2009 Pazartesi

NEYDİ AŞK ?

Sadakat göstermekti. Kalabalıklar içine karışıp giderken sadece onun gözlerini aramaktı her yerde. En beter ihanetleri göze alırken yarın umudunu büyütmekti bir taraftan. İmkansız kıldığımız ne varsa  hepsinin mümküne çevrilişini hayretle izlerken keyif almaktı. Yıllarca ezberimizde yer etmiş kelimelerimizin, kök salmış alışkanlıklarımızın kendi rızamızla yok oluşuna alkış tutmaktı. Hoş geldin derken sevgiliye. Uykulardan onun için uyanmaktı. Hiç yok yere saplanıp kalan sancılar eşliğinde. Onun için hazırlanmaya başlamaktı biraz da aynı kokuyu onun için sıkmak, saçlarımızı onun için taramak, onun için giyinmeye onun için gülmeye başlamaktı. Karşısında öylece durup kaldığınız anlarda  şefkat dolu bakışlarla kuşatılmaktı tarifsiz bir hazla. Yetersiz hissettiren, ona ulaşmak için " daha iyi bir ben" ortaya çıkarma çabasında  bütün meziyetlerimizi hiçe saymaktı korkusuzca. Elini uzattığında bir cevheri tutacağımızı bilerek heyecana kapılıp  terleyen avucumuzdan utanmaktı bazen. Yaşımız kaç olursa olsun çocuk olmaktı gelişiyle bayram ilan edilen günlerde yaşarken. Savunmasız kalmaktı biraz da herkesin gözü üzerimizde sanma nedenimiz bundandı aslında. Yanında savunmasız olmaktı. Onun gönlünden örülmüş duvarlarla korunuyorduk nasılsa. Hep aklı başında hallerimizi gören dostların "eyvah" nidalarına gülüp geçmekti arsızca. En korkak kılan da oydu en güçlü sandıran da... Aşk hep bir mucizeydi ve bazılarımız için imkansız bir hayale yoldaş olacaktı daima.

18 Eylül 2009 Cuma

KUŞ BAKIŞI AYRILIK

Söz ağızdan çıktı bir kere

Kurşuna dizildim.
En sevdalı cümleler ilmek oldu boynuma.
Daldırdım avuçlarımı kendi alevime
Ölüme niyetlendim.
Ya sonra ?
Ya sonra ?
Büyüdü yangın, tutuşturdu boynu bükük yalnızlığımı.
Binaların tepelerinden kuşbakışı yok oluşumu izledim.

Tırnaklarımı geçirdim toprağın göğsüne
Sarstım inleyen acılarımı.
Dudaklarımı dayadım bahçedeki ağacın köküne
Çıkardım attım varlığımı.

İşte o zaman yanmaya başladım.
Ayak parmaklarımdan yükseliyordu alevler.
Çığlık çığlığa can veren bedenimde
Siliniyordu izler.

Karşımda düğün dernek
Cesedim kaldı orta yerde.
Kemiklerimde is kokusu tükürüyor gelip geçenler.
Uyandırmayın beni.

Söz ağızdan çıktı bir kere

17 Eylül 2009 Perşembe

SONSUZ


Yüzünüzde oluşan tebessümü, hiç farkında olmadan yaşa karıştıracak bir film "SONSUZ" Yonetmenliğini Cemal Şan'ın üstlendiği filmin oyuncu kadrosu ise çok iyi oluşturulmuş.Başrollerini İsmail Hacıoğlu, Şevket Çoruh, Ferhat Gündoğdu, Süleyman Turan ve Ayça Bingöl'ün paylaştığı filmde, henüz çocuk yaşta , töreleri yüzünden ablasını öldürmeye teşvik edilen Serhan'ın iç acıtan öyküsünü izleyeceksiniz.Hayatın insanlara bazen seçme hakkı vermediğini çaresiz bir buruklukla izlerken gözyaşlarıma engel olamadım. Filmin pazartesi günü yapılan galasına basının ilgisi ve sanat camiasının değerli isimlerinin katılımı çok yüksekti. Filmin sonunda Bülent Ersoy'un şen kahkahasının yerini gözyaşları almıştı.İsmail Hacıoğlu ve Şevket Çoruh'u izlerken hayranlığım biraz daha artarken, Ferhat Gündoğdu'nun oyunculuğu filmin her anında içinize işleyecek, duru bir oyunculuk örneğiydi.Yapımcılığını İsmet Gündoğdu'nun üstlendiği,senaryosu Can Sinan imzasını taşıyan ,görüntü yönetmenliğini ise Refik Çakar'ın yaptığı film yarın görücüye çıkıyor. Yeni dönemin ilk sinema filmi olan SONSUZ'u izlerken en az benim kadar keyif almanız dileğimle.
Önemli bir hatırlatma: Filmin sonunda Leman Sam'ın o büyüleyen sesinden dinleyeceğiniz şarkının sözleri ise Şevval Sam'ın yüreğinden dökülmüş.

16 Eylül 2009 Çarşamba

SOL YANI YIRTIK ATLAS

Uzundur gece.
Sabahı sadakatsiz bir gözde kaybedenler için.

Diğerleri uyurlar. En sevdikleri düşleriyle.
Yastıkları rahatsız etmez,
Çarşafları kayıp durmaz bedenlerinin altından.
Ne koyun saymaya ihtiyacları vardır ne kuzu.
Uyurlar mışıl mışıl.
Bizim gibileri de,
Dolanıp dururlar. Paranoyalarının güçlü sesinde,
Etrafı saran kuvvet-i belanın şevkatli kollarında,
Çekinme buyur gel ederler azılı yalnızlıklarını,
Aman efendim ne iyi ettiniz. Bugün de beraberiz eşliğinde,
Bir hatır kahvesi yudumlarız birlikte.
Sabahın canı cehenneme dostum.
Geceden mübarek vakit mi var?
Bu gece ki içimde yangınlar,
Zehirini içtiğim dudaklardan hatıralarımı taşırlar.
Vebali büyük , zor yoldaş etrafındakiler büsbütün.
Diğerleri uyurlar.
Tatlı düşlerinin o doyulmaz, o inanılmaz hafifliğinde,
Biricik saydıkları neleri varsa artık,
Ya yanıbaşında, ya yarın kavuşma umudunda,
Traş olur adam, saçlarını tarar kadın.
Sabah mutlu uyanırlar. Hele de bir çift ise onlar.
Kahvaltılar edilir. Şöyle ballı kaymaklı,Yumurtası kıvamda.
Aydınlığı da boldur günün. Yok isterse kış olsun.
Güneş hiç batmaz onlara.
Zat-ı hallerini çok sevdim ama,
Daha fazla yazıp ne onları rahatsız edelim,
Ne de küstürelim yarenimiz geceyi.
Yıldızları var gururlu, başı dik.
Sessizliği en benim diyeni iki büklüm eder.
Her yerde her an korkarsın da , geceysen,
Geceyle isen , vur patlasın çal oynasın.
Korkulur mu?
Uyanırım diye düşlerimden kaygın yoktur.
Çok sevdiğin yastığın yoktur.
Çarşafın haindir bilirsin ve bu çokta mühim değildir.
Kahvaltıları unutalı yıllar olmuştur.
Hafızan maden işçilerin tarafından oyulmuştur bir güzel.
Gözlerinde başa sarıp duran, ellerini havada bırakan bir gidiş.
Küfür kıyamet her yudumunda.
Tünelin sonundaki ışığı görmek için,
Miyopunu yormanın da gereği yoktur.
Tünel yıkılmıstır.
Konu kapanmıştır.

13 Eylül 2009 Pazar

DİLİ TUTUKLU

Ne zaman koyulsam yola
Bir adımım diğerinden ürkek, kaygılı.
Nereye gideceğimi bilerek çıktığım yollardan
Geri dönüşlerde ya da ilk gördüğüm sapakta
Elini uzatanların tutup elinden,
Yola devam edişlerde buluyorum kendimi.
Kimine gülüp geçerken,
Kimine ağlamalara doyamadığım hatıraların,
Akla düşüveren can yakmaların,
Bugünler için kurulmuş hayallerin
Olanaksızlığında kaybolup gidiyorum.
Çok sevdiğim,
Anlamını anlatmak için çırpındığım adamın adı bile silinip giderken
Ben gecenin gelişiyle,
Tekrar ertesi gün hangi yola
Hangi saçma, hangi gerekli bahanelerle 
Çıkacağımın planlarını yaparken
Uyumak istiyorum.
Sevgili yüzünde saklı hayallerle buluşmak için
Yattığım uykularda
Kabusun içinde bulunca kendimi 
Uyumaktan vazgeçtiğim gecelere eşlik eder oldum.
Ey sevgili!
Senin aralık kapından esen rüzgarın şiddetinden
Sarsılıyor kilitli kapım.
Camlarım kırılacak sanıyorum.
Nereye kaçacağımı bilemeden tanrıya sığınıp dualar ediyorum.
Lütfen diye. "Lütfen dinsin bu rüzgar."
Sevgilinin kapısı aralık bütün aşklara
Oynaşmalara, sarılıp uyuduğu başkalaşmalara.
İşte bu zorluyor evimin kapısını.
Şiddeti eziyor geçiyor evrendeki her şeyi
Biri vuruyor camıma, bakamıyorum korkudan.
Canımı yakarsın git buradan demeye bile dilim varmıyor.
Şimdi yaralanmakla meşgulüm yeter artık.
Ne bu rüzgara dayanacak kadar güçlü,
Ne de sana bakacak kadar istekliyim ben.
Bitsin sevda yolculuğu.
Bu limana demirleyelim bir müddet.
Yalnız kalmak endişesiyle kaybolup gitmektense,
Gitgide gücünü kaybeden rüzgarın uğultusunda saklanalım biraz.
Sen gözlerini üzerime diken adam.
Gelecek vadediyorsun bakışınla, ısrarla kapımı vuruşunla
Küçücük düşlerinde büyütüyorsun biricik saydığın sevmemi.
Oysa ne çok kabuk var görmediğin.
Görme diye sustuğumu bilmeni istemediğim.
Kısık gözlerinden yansıyan,
Beni al isteğinden bir haber duruşumun zorladığı
Yara bere dolu bir yüreğin sahibiyim ben.
Elini her uzattığında,
Ilık bir İstanbul akşamının eşlik ettiği
Kelimelerini beslerken koca yüreğinle
Susmak istiyorum uzun uzun.
Bırak suskunu olayım ben bu sevdanın.
Kelimelerden yoruldum.

12 Eylül 2009 Cumartesi

HUZURSUZ MUSUN ? EVETTTTTT

Bu aralar kendimle baş edemiyorum. Bu ne garip bir bünyedir böyle demekten de alamıyorum kendimi üstelik. Hey ruhum! Nedir benim senin elinden çektiğim? Pabuç kadar dil var tabi karşı cevap gecikmiyor. Ya senden benim çektiğim nedir diye? Edepsiz bir soru cümlesi bu elbette. Hangimiz hangimize hükmedeceğiz diye düşünürken aramızdaki savaşın ilk topunu patlatarak cesaret dolu bir adımla atıyorum adımımı. Mideme saplanıp kalan bu krampların, o baş ağrılarının, uykusuzlukların ah sayamayacağım kadar çok ettiği kötülüğün cezasını çekmesi için onu olduğu yerde bırakıp, demokratik bir harekette bulunmadan( onun benimle savaşmasına izin vermem hem demokratik hem de çok centilmence bir davranış ne de olsa), al sana cevap demekte geçmiyor değil hani aklımdan. Neyse ki hala kendi içimde bir yerlere saygımı yitirmediğim için bu savaşı meşru kılıp yolumuza bakalım diyorum. Değerini yitiren bunca gürültülü devrilişin içinden çıkmak biraz zor olacak gibi görünse de eskiden kalma birkaç neşeli alışkanlığıma sarılıp işin içinden çıkmayı planlıyorum. Karşı rakip saldırıya geçerken ne kadar sessiz olursa olsun anlıyorum hangi kıyımdan vuracağını. Ben dört tarafı sularla çevrili bir ada o içime hapsolmuş bir mahkum. Bunu söylediğimde aldığı darbe ise cabası. Hatta burada keyifli bir kahkaha atmak için hiçbir engel yok değil mi?  Tam olarak şimdi mideme bir tekme yedim. Of of of ama umurum dışı diye buna denir :) Hain planlarını( uysal anlarında )öğrenmek için kendisiyle konuşuyorum. Onun haricinde çok fena küsüştüğümüz için muhatap olmuyoruz birbirimizle. Zaten iki medeni insan gibi konuşmayı becerebilseydik bu savaşa gerek kalmazdı değil mi? Bana bak ruhum uğraşma benimle. En keskin virajlardan nasıl döndüğümü pekala biliyorsun. Ve sonunda yaralanacağımı hatta öleceğimi bile bilsem kaç kilometre hızla gideceğimi de... Çarptığım yere layıkıyla yapışıp düştüğümde bensiz kalırsın. Bu senin de sonun demektir. Bilmem farkında mısın? Saçımı çekmek ne demek? Bunu ilk defa yapıyorsun ve bu hiç hoşuma gitmedi haberin olsun! Eski günlerimizden bahsedip kanını yaşına karıştırmak var ya neyse bende kalsın yine sahiplik. İnanılmaz bir üstünlük sağladığımın farkındayım. En azından dikkatlice bakarsan cümle aralarında senin sahibin olduğumu vurgularken aldığım keyfi anlamanı beklersem çok şey istemiş olur muyum? Nezaket lütfen! Kimden öğrendin sen bu kadar asi olmayı Allah aşkına? Felsefeden, tarihten, edebiyattan, matematikten, sanattan yani ilimden irfandan yardım alıp bilimin mucizelerinden faydalanıp seni ıslah edeceğimi anladığından olsa gerek beynimin içini saçmalıklarınla doldurup duruyorsun. Kalbimi hepten dağıttığın gerçeğine karşılık, bir savunma bulmaya çalışıyorum. Eline geçirebildiğin tek kalem o ve sen öyle sıkı tutuyorsun ki onu elinde. Niyetin bozuk olmasaydı yapmazdın elbet ama bu kadar mağrur olma canım, bugün kuşattığın yarın efendin oluverir. Üstelik emrine amade eyler seni kaprisleriyle canına okur görürsün gününü. Üstüne basarak yineliyorum kısa bir hakimiyet bu seninkisi, geçici bir zafer sarhoşluğuyla eğlendiğini görmek hiç sahibi olmadıkları bir hayatı yaşayan insanların yaşayışlarını izlemek gibi mış gibi. Dün gece, eski çok eski bir arkadaşımla konuşurken aklıma geliverenleri unuttuğumu vurgulaman da çok sinsi bir davranıştı. Belirtmeden geçemeyeceğim Şimdi zamanın gerisine gidip kısa saçlarım, mavi tişörtüm, düşük bel kotum ve boynumdan geçirip belime kıvrılmasından hoşlandığım Aysel halamın ördüğü siyah, renkli boncuklarla süslü çantamı hatırladım. Okulun yokuşuna tırmanırken( çok anlamlı oldu be okulun yokuşu gerçekten yokuştu ) sen ve ben çok iyi anlaşırdık. Aramızda öyle bir uyum vardı ki kıskanırdı görenler. Gülüşüme ışık olurdun. Bakışımı beslerdin. Okey ve tavla oynamak için dersi astığımda bana destek olurdun üstelik ve en önemlisi herkes bir tek taşı çalabilmek için kıvranırken bir balya götürmeme hayretle bakarken süpersin sahip demekten alamazdın kendini. Para atıp şarkı dinlediğimiz şu aletin adı neydi hatırlamıyorum. Aslına bakarsan hiçbir zaman bilmedim galiba. Neyse ona biz parayı veren parçayı çalar diyelim. İşte orada seçtiğim şarkıları bugün dinlerken birbirimize bu kadar ters düşmemiz neden? Öğle aralarında yemeğe gittiğimiz minik lokantamızda güle oynaya kesiştiğimiz üst sınıf delikanlılarına göz süzerken yanımda olduğunu unutmadan illa portakal suyu fındık ikilisini tatmamız gereken o muhteşem zamanlarda yaşadıklarımızı hatırlayıp kendine gelmeni rica ediyorum. Hemen ukala bir gülümseyişle ele geçirmeye çalışmasan iyi edersin. Bu mantıksız savaşın kaybedeni her halükarda ben olacağım öyle mi? Gülüyorum. İşte buna sadece gülüyorum. Başka bir beden senin meskenin olamayacak. Diyorsun ya sen olmadan da yaşarım ben. Ah akılsız ruhum ben olmazsam muallaksın sen. Benimle birlikte varsın. Ben olmazsam adın olmaz. Kokun olmaz. Kimin kazanacağı ya da kimin kaybedeceği çokta önemli değil. İki dudağımın arasında bizim sonumuz. Huzurla terk etmek istiyorsan bu bedeni yeter artık sus!

6 Eylül 2009 Pazar

ÇİLEK TARLASINDA DÜŞLER

Uzun bekleyişlerin ardından,
Yeşile dönen çarkların gürültüsünde,
Payıma düşenden alıyorum.

Uyumak için hiç acelem yok.Kendimi kandırıyor olabilir miyim? Bugün ah bu gün.Zamanın ne kadar çabuk geçtiğini bir kez daha anlatmak için saatlerin hızla akıp gittiği şımarık gün.Hey! Kederimden ölüp gidiyorum tarzında şeyler yazmak istiyorum.Şöyle acıklı,içimi acıtan şarkılardan dinleyip, ağla artık ağla hadi diyorum kendime. Cık cık cık ( çoçukluğumun en baş belası kelimesi.Kızım biri sana bir şey sorduğunda cevap ver.Öyle omuzlarını çekip cık deme, çok ayıp.Cevap:CIK)...En iyisi azcık televizyon izleyeyim dedim.Offf bana göre değil.Ama öyle bir bağımlılık oluşturacağım ki şu televizyonla aramda,herkes şaşıp kalacak.Bu akşam haber bültenimizi hiç aralıksız tv izleyen kızın haberiyle açıyoruz. Ah iğrenç oldu bu hayalet hayalim.En iyisi en kötüsünü yapayım bir sigara içeyim efkarlı efkarlı dedim.Eyvah,yok.Ama köşelere sıkıştırılmış kurtarıcılar aklıma geldi.Gülümseyerek yaktım.Ama hala efkar yok.Aksine zaptedilemez bir mutluluk,mevsim mayıs, ben çilek tarlasında koşturup duruyorum.Üstelik avuçlarım inanılmaz çilek kokuyor.Şu en minikleri çokta lezzetli.Birazdan(yani ben çilek yemekten,koklamaktan baygın düşünce)birazcık yağmur çiseleyecek.Eminim olacak,ipin ucu kaçtı çünkü:)Sonra toprak kokacak ortalık,mis gibi.Hiç aklıma gelmiyor gözleri,içinde kaybolduğum bu yerde.Hüzünlenemiyorum bile,adını anmıyorum.İçimden bile geçirmiyorum.Bir bankta,uzanıp dizlerime uyurken,bizim köyün hikayesini anlattığımı bile unuttum.Ne o bana kıymetlisin dedi.Ne ben ona sevdadan söz ettim.Karşılaştık mı gerçekten? Yoksa, yolda geçiştik mi? Bütün o mahvettiğimiz şey neydi? Kurtulduk mu bizden? Ne yapıyordur masamıza gelen esmer,güzel,küçük kız? Şimdi etkiledin beni diyerek ona mı göz kırptım ben, ona mı gülümsedim? Tek kişilik bir tatlıyı, üç kişi, bir ordu doyurmuş sevinciyle,nasıl öyle huzurla yedik? Çilek tarlasında tam benlik bir ağaç(babaannem hala köydeki bütün ağaçlara çıkabiliyor ve ben çok çok küçükken öğrendim bunu ve sadece bu değil çortluğa(diken vs.ile harab olmuş bakımsız yer=tehlike yani)uçmakta da üzerime yoktu hani),koşarak tırmanıyorum sevinçle.Ne güzel etrafta kimsecikler yok.Hem işin en zevkli yanı ne biliyor musunuz? Kiminse bu tarla gelip gördüğünde ne yapacak bilmiyorum.Büyük ihtimal bir tarla dolusu çileğini tükettiğimi görünce sen ne yaptın buraya diyecek.Ben de aaaaaaaaaa ne münasebet canım,şimdi geldim ben.Yoldan geçiyordum.Azıcık dinlenmek için oturuverdim.Hem görmüyor musun yagmur yağıyor diyeceğim? Yazık hepsini telef etti.Ama yağmur da ne güzel yağıyor değil mi diye soracağım? Pat pat pat...Mümkün değil beni yakalayamaz.Çok hızlı kaçarım.Nede olsa canavar hızında bir çocuktum.Dedem yakalayamadı bir yabancı mı beni yakalayıp dövecek? Buna izin veremem:))) Martılar...Şimdi uçuşuyorlar.Seslerini duyuyorum.Yok bu gerçek.Arabalar geçiyor evin önünden,martılar uçuşuyor.Birazcıkta acıktım galiba,ama su içeceğim.Yarın güzel bir gün olsun.Çilek tarlasının sahibi gelip beni pataklama girişiminde bulunmadan kaçsam iyi olur.


31 Ağustos 2009 Pazartesi

ZERZEVATÇI

Tebeşiri alıp elime çizmeye başlıyorum.
Birler, ikiler, üçler.
Çok sakin  bugün sokak
Kimseler görünmüyor  ortalıklarda.
Oyun arkadaşlarıma sesleniyorum.
İçimden çıkmıyor sesim.
Dörtler, beşler, altılar.
Ayşe geçiyor yanımdan korkuyorum.
Büyümüş kocaman kız olmuş
Eyvah diyorum. Evlenmiş!!!
Ayağımdaki takunyalara bakıyorum.
Zerzevatçı peşinde koşturmak için 
Özenle yapılmışlar sanki
Bakıyorum. Birde ne görüyorum.
Ayaklarım büyümüş!
Ellerimi kim çalmış,
Puantiyeli eteğim nerede?
Saçlarımın örgüsünü çözmüş biri
Bir koşu gidip anneme haber vermeliyim.
Anne! Anne! Anne!!!
Açılmıyor kapı.
Zile yetmezdi boyum hayret ulaşabiliyorum.
Cebimde bir şıngırtı.
Bu nasıl olur?
Anahtarlar bende.
Ve kapıyı açabiliyorum.
Eşyalarımızı çalmışlar.
İmdat soyulmuşuz.
Belki de bu ev bizim değil derken
Babam giriyor içeri
Bakıyor uzun uzun.
Hiçbir şey söylemiyor.
Bu eşyalar kimin diyorum.
Nerede bizimkiler?
Susuyor.
Rüzgar uçuşturuyor tülleri
Dışarıyı görebiliyorum.
Emine çıkıyor balkona
Yanında iki çocuk  anne diyorlar ona.
Babama bakıyorum. 
Susuyor.
Yüzünde garip bir hal var.
Çizik çizik olmuş
Kavga mı ettin diyorum.
Hani arkadaşlarınla falan?
Sarılıyor.
Annem geliyor nihayet
Ama saçlarına ne olmuş ?
Kim boyamış bu renge ?
Yaşlı görünüyor.
Anne diyorum. Ağlıyor.
Odama gitmek istiyorum.
Hayır yok! Odam kayıp.
Tutuyor elimden yatırıyor kocaman bir yatağa
Anne neler oluyor söyle diyorum?
Ağlıyor.
Başucumda parfüm şişeleri, çerçevelerde fotoğraflar.
Evet bu benim.
Yaşasın bu benim.
Ama bu kim?
Bana benziyor.
Alıyorum elime bakıyorum.
Silgi kokmuyor odam.
Pabuçlarım büyümüş
İçimde bir cinayet çığlığı.
Koşturup duruyor insanlar.
Simit alalım mı Fatma?
-Ben iki tane alacağım.
Neden?
-Çünkü çok acıktım.
-Büyüyünce de simitçi olacağım.
Yediler, sekizler.
Gözümde bir karanlık.
Dilimde ezilmiş kelimeler.
Zerzevatçı geldi. Zerzevatçı.
Bana bir kilo üzüm lütfen.
En küçüklerinden.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

GÖNÜL RÜYASI

Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Yüzünün kıvrımlarında kaybolmalı karanlık.
Bir şimşek çakmalı gözlerinden.
Bin alev almalı ortalık gülüşünle.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Günaydın demelisin mahmur mahmur.
Bir öpücük konmalı yanağıma,
Göğsünde hissetmelisin kalbimin atışını
Sarılmalıyım sımsıkı varlığına.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Sabah haberlerini dinlemeli birlikte
Ben sarılırken hep aynı gazeteme,
Tutmalısın elimden düşmeliyiz yollara.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Kuşlara eşlik etmeli şen sesin.
Uyanın sabah oldu demeliyiz onlara
Konu komşu hiddetle kapatırken camlarını
Basmalıyız kahkahayı, kaçmalıyız bu yerden.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Çiçekli pijamalarımı çıkarmadan üstümden.
Hadi demelisin miskin uyan.
Simit almalıyız şu üst fırından.
Denize nazır bir banka kadar koşmalıyız.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Korkulu rüyaların etkisiyle irkildiğimde
Buradayım demelisin.
Ağlarsam ara sıra, kovmalısın öcüleri yanı başımdan. 
Kıvrılmalıyım koynuna.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda
Şarkılar söylemeliyiz birlikte güle oynaya.
Kuşlara yem vermeli Eyüp'te otobüse binmeli
Herkese günaydın demeliyiz.
Günaydın hayata.
Bir sabah uyandığımda sen olmalısın yanımda.

20 Ağustos 2009 Perşembe

YOLUN SONUNDA BEN ÖLDÜM O ŞARKILAR SÖYLEMEYE DEVAM ETTİ

Ben geçtiğimiz yollarda devrilen direkleri sayardım.
O ise yanımızdan geçip giden arabaları.
Direkler devrilirdi üzerime.
O şarkılar söylerdi.
Uzun yolculuklarımız oldu.
Güle oynaya geçen günlerimiz.
İçinde kavgalar, sitemler biriktirdik.
Ben en son direğin altından kurtarmaya çalışırken kendimi
Nasıl olduysa fark etti nihayet.
Elini uzattı.
Ah tatlım dedi.
Neden haber vermiyorsun?
Neyi diye sordum?
Farkında değil misin dedi üzerine devrilmiş direğin?
Hayır dedim. Gerçekten öyle mi?
Şaşkınlıkla neyin var dedi?
Kapattım gözlerimi yutkundum son kez.
Ağladı.
Gitme dedi.
Kalmak istedim.
Dokundum ellerine.
Sarıldım belli belirsiz.
Güldü.
Derin bir nefes aldı.
Öldüm.

18 Ağustos 2009 Salı

SEVİYORUM SENİ

Kanatlarımı açtım göğün üstüne,
Bulutları geçtim,gözlerinin ışığında..
Kimsesizlerin düşlerine konuk oldum.
Aşkı fısıldadım.
Sana her adımda büyüdü kelimeler.
Gönlüm mesken edindi sarayını kendine..
Adını sevdim, anlamını sevdim.
Öyle birden sevmelerin yoldaşı değildim ya..
Seni pat diye, birden sevdim.
Günleri umutla doldurdum.
Geceler uzamasın diye..
Ve bu gece karanlığa meydan okuyorum.
Seni seviyorum diye diye..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

KEMAL ' İN YERİ CYPRUS

Büyülü zamanlar. Söylenecek en doğru kelimelerden biridir herhalde "Kemalin Yeri" için. Büyülü olduğuna karar verme nedenimse çok basit, daha otoparkında yürümeye başladığınızda içinizde oluşan heyecana engel olamıyorsunuz.Ve sizi güler yüzle karşılayan Hasan Beyi gördükten,kayınvalidesi ile ilgili espirilerinin ucundan tuttuktan,güzel sesiyle şarkıları yorumlarken dinledikten,birbirinden lezzetli kebaplarından tattıktan sonra ( Aslında uzman oldukları bir alan daha var. Dünya'ya nam salmışlar bu konuda ; BALIK. Fakat ben balık yemekten aciz bir fındık kız olduğum için, anlaşıldığı üzere tadına bakmadım:)) ama Kalamar yedim mi? Yedim.Nasıldı? Süpperrrr.) Mümkün değil kendinize gelemiyorsunuz.Direkt sordum , burada büyü mü var? Kocaman bir kahkaha attı Hasan Bey, evet dedi. Öyle güzel konuklarımız oluyor ki onların enerjisiyle burada oluşan şey büyü ise burası büyülü.Hafta sonu ani bir kararla fellik fellik bilet aradım ve buldum.Soluğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde aldım.Uzunca bir süre pasaport kuyruğunda beklemiş olsam da geçirdiğim o muhteşem iki günden sonra diyorum ki; otuz sekiz saat beklemem gerekirse beklerim doğrusu:)))) Kıbrıs'ın güler yüzlü insanlarına, Sayın Hasan ULUEL'e ve iki gün boyunca beni yalnız bırakmayan, eğleneyim diye elinden geleni yapan, köle :))) Emre AĞAOĞLU'na teşekkür ediyorum.İstanbul'dan Magosa'ya sevgiler.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

PASLI ÇEKİÇ

Fenerbahçe'de bir akşam üstü.
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
Garsona açık çok açık bir çay siparişi veriyor.
Yüzünde eskiden kalma bir alışkanlıkla,
Kıvrımlarında dans eden gülümseyişine eşlik ediyor.
Aklına düşüveren bir yol.
Gidişine alınmış bir bileti erteleyip duran yolcu
Kadın.
Dalgın.
Dinlemiş bütün hikayeyi
Kederinden kuduracak sanıyor denizi
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
İleride bir ağaç gölgesinin altında
Yaprakların hışırtısından uyanan sokak kedisi
Sıcaktan bunalmış patilerine eğiyor başını.
Gözleri ışık, gözleri tuzak, gözleri kaygı dolu.
Masada bir kadın.
Gittikçe silinen bir bedene uzatıyor elini.
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
Neden diyor içinden geçen
Sağına soluna saklanmış bütün köşeleri yalnızlığın,
Başa çıkılmaz bu saklambaç oyunu?
Kadın.
Yitik.
Küllerini savuran,
Kangren olmuş bir eli bastırıyor yüreğine yürek niyetine.
Karıncalar geziniyor kuru çimlerde.
Yuvaları uzak, yuvaları hüzün, yuvaları yıkık.
Masada bir kadın.
En yakın arkadaşın dilinde küfre bulanmış adını heceliyor.
Biraz daha sabredemedi diye.
Başı sonu eziyet, başı sonu leke, başı sonu zulüm.
Olsun diyor içinden suçlusun sen.
Kederinden kuduracak sanıyor denizi
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
Kadın.
Ağlıyor.
Hesap sorduğu için diğerlerinden,
Dillendirdiği için gerçekleri,
Kafa tutulmaz bir ihanete kucak açtığı için 
Değiyor sol tarafından, yüzüne, yüreğine adamın eli.
Her anı utanç ,her anı ah, her anı ölüm.
Masada bir kadın.
Kederinden kuduracak sanıyor denizi
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
Karşısında,  yolunu gözleyen aşklara dönük
Satırları sığdırmaya çalışıyor yüreğine
Bir iki hediye,
Bir sarılışla, ertesi günü bekler mi bilmeden.
Hadi git diyor kadın
Çıkarıyor elvedasını olduğu yerden.
Hadi git diğerine.
Masada bir kadın.
Kederinden kuduracak sanıyor denizi,
Deniz sakin.
Yayalar mutlu.
Siliniyor bütün sabahlar,
Fenerbahçe'de bir akşam üstü.

19 Haziran 2009 Cuma

PAPATYA DÜŞÜ

Bir sürü zaman gerek 
Yarıda bıraktığım sözcükleri tamamlamak için.
Zaman gerek sevgili dudağımdan izini,
Ellerime sinmiş kokunu unutmak için.
Öğle sıcağının altında 
Yeni hayallerle yola çıkmak için.
Karşı kıyıda kalan papatyaları,
Saçlarıma takmak için.
Zaman gerek sevgili.

Her yaz günü düşüm böyle değil inan ki
Hep kırlarda dolaşmıyorum bilesin.
Bazen yalın ayak koşturduğum caddeler,
Bazen tığ topuk yürüdüğüm toprak yollar oluyor.
Afili gülümseyişler takınıyorum yüzüme
Çapkın bakışlar atıyorum tanımadık yüzlere.
Bir yaz günü hayali kurmayı unuttuğum da oluyor.
Kar altında çiçek ektiğim de 

Zaman gerek sevgili,
Bütün yalnızlara.
Kendi adımdan başka bir ada tutunup kalmak için.
Yatak altı tozları silmek için bir çırpıda
Fare tuzakları kurulmuş köşelerin
Bir türlü gelmeyen konuklarına,
İşte yakaladım seni diyebilmek için.

Markası ne olursa olsun.
Hepsinden aynı tadı alabilen nadir insan modunda
Bir sigara daha yakıp efkarlanacağım.
Öhö nöbetlerine tutularak ve gerçekten garip bir keyifle içtiğim
Bilmem bu sondan önce kaçıncı sigara olacak.
Ama söz veriyorum bu işi kökünden halledeceğim.
Yani içmeyeceğim şu mereti.

Zaman gerek sevgili,
Otuz sekiz hayalden birine ulaşmak için.
Kaplumbağa hızında tavşanı geçmek için.
Yaşasın bugün yine harika ve sen beni seviyorsun ne güzel.
Ne güzel bir aşksın sen diyebilmek için
Zaman gerek sevgili

Üst kat komşumuzun oğlu yine iş başında
Yani talan ediyor ortalığı
Belediye işçilerinin çıkardığı ses hiç kalıyor
Onun susmak bilmeyen haylaz sesi yanında
Çıkıp balkona, koysam elimi belime
Ağır abla sesimi de alıp yanıma
Bana bak çocuk, yeter desem mi acaba?
Yok yok! Yemin ediyorum kırar camları
Annesi üst kattan balkonuma silkeler pis halılarını
Vazgeçtim. Bu düşünce zararlı bana
En iyisi giyinip çıkmalı evden
Oh nihayet geldi aklım başıma

Zaman gerek sevgili,
Kırılgan düşlerimde ayakta kalabilmen için
Yürüdüğün yollarda elinden tutmam için
Gidersen unuturum her şeyi
Ama dedim ya zaman gerek unutmak için.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

ZİYAN

Kapısı penceresi kırılmış,
Çatısı uçmuş rüzgarda evimin
Dört duvar arası yalnızlıktayım
Ne zaman kalabalığa karışsam ,siliniyor izlerin.
Kimsenin gönlüne düşemiyorum bir türlü
Yapamıyorum sen gibi sevmeyi
Öğrenmeye çalıştım bak olmuyor
Bir göz süzüşüyle yıkılıyor geride kalanlar.
Dilimde aynı dua yine yakarışlar sana çıkıyor.
Bahar diyorum bin inatla gözlerine
İlla ki ışığından beslenmeliyim
Bu inat dar kafesinde eziyor yüreğimi
Yüreğine sevda olma niyetinde 
Ne zaman biri sevse beni , biraz unutuyorum seni.
Her güne adınla başlıyorum.
Besmele gibi.
Tanrıya seninle sığınıyorum ben
Günah bir sevmekse bu aşkın her zerresi
Ateşinde yanmak için ilk sırada beklediğimi bilerek.
Ne zaman gece oluyor sen geliyorsun yastığıma
Ve her sabah güneş biraz unutturuyor seni.
Telli duvaklı gelinin oluyorum bir yaz akşamı
Bir kır düğünü mutlaka bizimkisi
Biraz harabe görünümünde,
Fazlaca çiçek böcek eşliğinde.
Ne zaman tutuyorsun elimden,
İşte o zaman unutuyorum ben seni.
Kavgalar ediyorum senden habersiz
Saçlarımdan kavrıyor arsızın biri
Defol git diyorum sana duyurmadan.
Ne zaman bir kavgaya karışsam ziyan oluyoruz biz
Her ziyanda biraz unutuyorum seni.
Yeni arkadaşlar edindim şu son bir kaç ayda
Bol bol güldüm inkar edemem
Hatta sevdim bazılarını , kimini çokça galiba.
Her masada biraz sigara dumanı,
Dudağımdan bir iz bırakıyorum küllükte
Biraz da senden harcıyorum
Unutuyorum seni her iç çekişte.
Biliyorsun karar verdi küçük kız
Evlenip gidecekmiş uzak yerlere.
Gözlerime bakıp ben de diyorsun
Gideceğim buralardan haberin olsun
Gitme diyorum biraz muzipçe
Yalnızlığından ayırma beni.
Ne zaman gözlerim doluyor yokluğunla
İşte o zaman biraz unutuyorum seni.
Denize nazır düşlerimizden birinde
Baloncuklarım geliyor aklıma.
Bir türlü karışıp gidemedi güneşe,
Kahkahamla tebessüm edişini göremedim.
Yaramazlık yapan çocuklar gibi
Yorgun düşüp, koşup gelemedim dizlerine.
Ne zaman kanasa yüreğim , biraz unutuyorum seni.
Ya ben duymuyorum çok uzun zamandır.
Ya sen konuşmayı unuttun
İkisi de olabilir mümkündür sevgili
Sadece,
Geriye kalan kör olma ihtimali biraz ürkütüyor beni.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

SÖZ SEVGİLİM GELECEĞİM

İçimiz parçalansın sevgilim.
Elimde garipliğin,
Tut elimden!
Geleceğim muhakkak,
Gece basmadan,
Gönlüne yarasalar yuva kurmadan.
Birlikte çiçekler dikeceğiz bahçemize,
Uçurtmalar yapacağız çocuklarımıza,
Hele dinsin şu fırtına,
Hele değişsin mevsim,
Bekle ne olur,
Bekle sevgilim, geleceğim.
Temelinden yıkıp ayrılığın inadını,
Resti çekeceğim yazgımıza.
Yok,
Yalnız kalmayacaksın.
Bırakıyorum kokumu,
Gülüşümü sakladım geçtiğin yollara.
Ne zaman istersen senin ellerim.
Geleceğim sevgilim,
Söz, sen dara düşmeden,
Dudakların ne zaman ah edecek olsa,
Geleceğim aşkımızın mühürüyle,
Susturacağım feryadını,
Söz sevgilim geleceğim.
Kavgamız bitsin hele,
Düşman çekilsin kıyılarımızdan,
Dinsin yürek sancımız.
Sus, ağlama ne olur,
Söz sevgilim, söz geleceğim.

24 Mayıs 2009 Pazar

YEDİ CÜCELER MERAK ETMEYİN BENİ

Işığında aralandı gözlerimin ağır kapısı
Tutkunu olduğu sefaletlerden nefret etti birden.
Işığın gecenin içinde yankılanan 
O ürküten sessizliğin çılgın hakimiyetinde
Derin bir nefes daha aldırdı.
Aynı yolu ,kaldırımı ve aynı evlerin kirli camlarını
Nefesinin kuvvetinde seyre dalarken
Aradaki yedi farkı hemen gördüğüm için ben şaşkın
Sen olan bitenden habersiz memnun.
Geride bırakılan bir hikaye...
Yeni başlayan bir öykü...
İki kalp arasına sıkıştırılmış bir not.
Basit bir oyunun son sahnesinde
Son oyununu oynayan rol arkadaşıma eğilip selam verdim.
Işığın !
Sahne !
İşte ışığım !
Çayımı yudumlarken keyifle,
Hiç susmasın bu ses
Bu büyü
Büyü içimde.

15 Mayıs 2009 Cuma

ÖZLEYECEĞİM SENİ

Hiç sırası değildi.
Susuyordum,kelimelerine sığınıp..
İyice saçmalıyor ayrılık,
Ne git diyebiliyorum ne de kal,
Sana bırakıyorum düşleri..
Nasıl istersen öyle olsun artık..

10 Mayıs 2009 Pazar

BİRAZDA SEN

Biraz da senden bahsetmek istiyorum ben,
Gün gibi karşılayan yollarımı,
Ellerinden bahsetmek istiyorum.
Gülüşünün aksi geliyor çalıyor kapımı..
Yarıda kaldığını düşündüğün zamanların,
Yarınına köprüler kurmandan mesela,
Bahsi geçtiğinde adının yeni yeni dostlarla,
İçimde saklanan kurtcuğun büyümesinden,
Senden bahsetmeli birazda..
Sesinle yıkılan boş şehirlerin,
İçinden çıkıp,koşarak sana gelme isteğimden,
Her adımda biraz daha sana varan,
Bende kalan düşlerinden uyandırmadan,
Yeni rüyalara açılan kapılardan mesela..
Biraz senden biraz benden...
Ama en çok senden bahsedelim olur mu?

8 Mayıs 2009 Cuma

BİR VAPUR İSKELESİ ÖNÜ HİKAYESİ

Kimsenin elinde değildi.
Oyuncaklar saklanmıştı kutusuna.
Öyle ağlamakla işi olmazdı.
Ya gülerdi deli,zehir bakışında kıvrımlarla,
Ya susardı feryad figan.
Bir akşamüstü,yaza merhaba telaşında
Sakin,sorgusuz adımlar attık.
Ve kıyametin taşını oynattık yerinden.
Usulca.

Bir vapur iskelesi,ufak,gösterişsiz.
Ama açılıyor onun da kapısı nihayet aynı denize.
İçinde sorular dolu iki kayık,
Niyetçinin önünde.

Pamuk şekeri ellerimde
Pamuk.
Pembe.
Kiraz düşmüş dudaklarıma,
O öyle söyledi.
İnandım bende.

29 Nisan 2009 Çarşamba

PENCEREMDE AŞK

Hep aynı saatte geliyorlar.
Önce aralarında çekinik bir mesafe,
Dudaklarını okumaya çalışıyorum.
Hayranlığım büyüyor.
Duvarında yazılar karşı binanın,
Yazın habercisi yaprakların,
Üst yoldan gürültüyle geçen arabaların eşliğinde,
Ben yığılan bulaşıkları arkamda bırakarak onları izlerken,
Yaklaşıyorlar birbirlerine...
Etrafa gözatıyorum onlardan habersiz,
Olur da biri çıkıp bu aşka sınırlar koymaya çalışır diye,
Ödüm kopuyor.
Evimin dağınıklığına takılıyorum ara sıra,
Sonra boşver diyorum.
Şimdi başka bir yerdeyiz.
Ne kirli sularda, ne yalan sözlerde kaybolan aklığımızı düşünmenin,
Ne de akşamdan kalma dağınıklığa düzen bulma gayretiyle,
Bu aşkı perdelemenin zamanı.
Birileri aciziyetlerinde öldürürken aşkı,
Yeniden doğuşunu seyrediyorum ben..
İçimde solgun yapraklar uçuşuyor dallara,
Tepesi karlı yürek kumsala dönüşüyor,
Kocaman hayatım küçülüyor gitgide,
İrkilip kabusumdan, düşüyorum aşklarının içine..
Henüz mastırını yapmamış,
Galiba gelecek kaygısı da taşımıyor.
Onlar geçinip gidiyorlar kendi evlerinde,
Kız, çocuklarından bahsediyor neşeyle,
Oğlan, ona nasıl sahip çıkacağından..
Gözlerim doluyor belli belirsiz,
Utangaçlığım ele geçiriyor yaralarımı..
Kendi hikayemi iliştirmeye çalışıyorum kıyısından köşesinden,
Olmuyor,
Çünkü evimin önünde aşk liseye gidiyor.
En güzel şarkıları çalıyorum.
Duymalarını sağlamak için aralıyorum balkonun kapısını,
Gülümsüyorlar,
Gülüyorum.
Bu aşka hizmet etmenin verdiği huzurla ,
Alıyorum boş saksımı camın önünden,
Hadi diyorum.
Ağla...
Gitme vakti geliyor aşkın buradan,
El sallıyorum,iki öpücük konuyor yüreğime..
Yarın yeniden diyorum.
Gözlerimin önünde aşk liseye gidiyor.
Aşk hep liseye gitsin istiyorum.

27 Nisan 2009 Pazartesi

İHANETİN DÜĞÜNÜ

Kesik ellerim.
Gözlerime yığılan zemheri.
Yazgısı bozuk, dili tutuklu.
Uzanmış ihanetin koynuna,arsız,yarınsız,çözümsüz.
Sırdaş bildiği karanlık yakmış kendi alevini.
Ne düşmüş uçurumdan , ne düşüşmüş karşılayan yollarını.
Satırlar paylaşılmış sevgiyle,
Sevgimin üzerine beddualar yağmış meğer.
Bütün kelimelerimin kaçışmış anlamları.
Her kelime bir darbe , her darbe bir kelime doğurmuş.
Geceye teslim olan düşlerim,
Leyla ile Mecnun rüyasında ,
Kaç kez satılmış esir pazarında.
Soluduğum havadan çekerken hayatı ciğerlerine,
Öyle bir hırsız ki soluğumu kesmiş.
Yine aynı hikaye.
Başı sargılı,ayağında zinciri bir deli kadın.
Sevmiş adamı , adamın bütün kıyılarını.
Ne ihanetler yutmuş aşk niyetine.
Bir sabah uyanınca,
Karşısında ihanet çırılçıplak.
Yürek savunmasız.
Yürek sessiz.
Yürek ölüm eşiğinde.
Boğazında bir yumru.
Ayağının altında güneş.
Gözlerinde okyanus.
Sabah sessiz başı önünde.
Çekilsin ayaklarımın altından yeryüzü.
Alıp gitsin başını şu gök tepemden.
Sussun sevdalılar artık konuşmasın.
Uyansın uyuyan dev uyuduğu masaldan.
Koynumda ihanet hiç uyumamış.

25 Nisan 2009 Cumartesi

ACİL ÇIKIŞI

Hoşgeldin.
Hoşbuldum.
Nasılsın?
İyi ya sen?
İyiyim ben de...
Gidelim mi?
Gidelim...
Hayır oradan değil,
Farkettim,
Nereden gideceğiz?
İşte buradan...
Burası acil çıkışı...
Evet,
İstersen geri dönebilirsin...
Hayır,
Gidelim.
Tut elimden,
Sıkıca tut, onun elini tutar gibi...
Nedir o yanında taşıdığın?
Oraya hiçbir şey götüremezsin...
Bunlar önemli değil aslında,
Ama götürmek istiyorum.
Olmaz götüremezsin.
Nereye bırakayım şimdi ben bunları?
Olduğu yere bırak,sahipsizler anlaşılan...
Öyle...
Hadi oyalanma artık,
Arkana bakma sürekli...
Vedalaştım herkesle...
Sarıldım,öptüm, kokladım sevdiklerimi...
Belki...
Belkisi kalmadı artık,
Tekrarların hepsi bitti.
Hadi tut elimden sıkıca,
Onun elini tutar gibi...
Gidelim.

7 Nisan 2009 Salı

BİTLİ YÜREK

Kıyasıya bir rekabet bu,
Aklımın kapılarını zorlayan
Yüreğimin uğultusunda.
Yanlışı,yanılgısı bol,acımtırak üçüncü sınıf tütün tadında.
Ezberimde unutmak üzere dizili kelimeler
Cevap vermek için sırada bekleşen yabancılaştıklarım.
Soruyu tekrar etmemi isteyenler,
Sorunu bilmeyenler.
Avrupa'dan Anadolu'ya göçümün,
Tarihte önemi olmasa da
Talihle bir bağlantısı var ki sormayın !
Dik merdivenlerden bu yollara uçarak gelişim,
Geldiğim yerden bilmediğim şehirlere geçişim,
Cebimde bozuk para şıngırtıları,
Kimliğimle yazı tura oynayışım,
Kimliksiz kalanların yüreğine dilimi uzatışım,
Hep bu talihin işi 
İşini bilmeyenlerle yaren olmam da 
Aç bırakılmış tokluğumun topuğunda,
Azrailin şefkatli elleri dolaşıp dururken
Ertelemek,ertelemek,ertelemek.
Ertelenmekteyim.

25 Mart 2009 Çarşamba

YARA ÜZERİNE RESİM ÇİZEN RESSAM

Şehre akşam kucak açarken,
Eğilmiş ressam.
Yerde yatan kuşun tutmuş gagasından.
Sadece kanadı kırılır kuşların sanıyormuş,
Kuşu ölmüş görünce ayılmış ressam.
Bir iki sokaktan geçmiş hızlıca,
Soluğu kesilmiş,dinlenmiş ressam.
Tak tak ayak sesleri duyunca birden,
Bir köşeye gizlenmiş ,izlemiş ressam.

İki dağ belirmiş gözü önünde,
İki yanan volkan dizi dibinde,
Yutkunmuş boğazında son tükürükle,
Vurulmuş şaşkınlıkla bir dağa ressam.

Bir dağın eteğinde denizi varmış,
Diğeri çoraktan beter çorakmış,
Bir dağın üstünde yeşili varmış,
Diğeri karadan daha karaymış,
Bir dağın başında güneşi varmış,
Diğeri kar boran,hep karanlıkmış,
Bir dağın içinde sevisi varmış,
Diğeri kimsesiz,çokta yalnızmış,
Bir dağın elinde neşesi varmış,
Diğeri eliyle yara kaparmış...

Dili tutulmuş naçar ressamın,
Fırçasında bahar açar ressamın,
Ezilmiş büzülmüş kalmış ortada,
Kaçacak hiç yeri yokmuş ressamın.

Düşünmüş taşınmış nereye varsam,
Hangi dağa gitsem orada kalsam,
Elindeki kuşu hatırlayınca,
Yürümüş, kar boran yaraya ressam.

Başını yaslamış dağın göğsüne,
Uzanmış sabahı bulayım diye,
Erkenden uyanıp, çokta sessizce,
Yarayı mezara çevirmiş ressam.

Dağ içli içli ağlar dururken ,
Yaşları rengarenk boyamış ressam,
Dağ kimsesiz yalnız uyurken,
Bir ölü bir yaşar doğurmuş ressam.

Eh demiş artık ben gitmeliyim,
Yaranı kapattım, yaşını sildim,
Sana bir hayat bir ölü verdim,
Hoşçakal derken düşünmüş ressam.

Elinden fırçayı düşürmüş ressam.

24 Mart 2009 Salı

ÖLDÜĞÜM YERDEN BİLDİRİYORUM

Ölüm,
Bir kalabalığın gürültüsünde,
Merhaba dedi.
Hendeklerinden atlamak üzereyken,
Karşı kıyıya ulaşmaya ramak kalmışken,
Yeter dedi yaşama.
Gülüp eğlenmekteyken dostlarla,
Eşlik ederken kırk yıllık kahvemiz akşam sohbetlerimize,
Ölüm hain bir teröristin elinde kalan son bombasıyla,
Düştü fincanlarımızın ortasına.
Dona kalmış düşlerin kabusa uyanan gerçekliğinde,
Vurulduk yüzümüzde hatırda kalan son kıvrımlarımızla.
Eller,ayaklar,gözler,ardı ardına yığılıp kalan kalpler.
Bir namertin bulanık fikrinde can verdi umutlarımız.
Ne bir çığlık duydum düşenlerden, ne de bir ah.
Göz göze gelebildiğimiz bir kaçımız,
Selamladık vedalaşırken birbirimizi.
Görüşmek üzere arkadaşım,
Damağımızda telvenin buruk tadı,
Ellerimizde son kez birbirine dokunabilmek için yersiz bir çaba.
Öldük dostlarım.
Bir kahpenin yalan sıcağında.

17 Mart 2009 Salı

ÇIKMAZ SOKAK

Sen sadece geleceğimi çalmadın benden 
Kimsesiz çocukların gülümseme umudunu
Sabah güneşine yoldaş gözlerimin ışığını
Yalnız sokak adamlarına uzatılan ellerimi
Komşu kızının getirdiği tatlıları beğenme hevesimi
Bayramlarda şeker toplamak üzere

Elime aldığım bir poşet içinde biriktirdiğim
Çocuk hikayelerimi
Yeni cümleler kurma hevesimi.


Sen yarattığın depremden kurtulmak için 
Sarılırken başka bedenlere
Elini uzatırken başka ellere
Beni göçük altında bırakan ihanetinle
Ne haykıracak ses kaldı bende
Ne de kelime.
Son bir çabayla kurtulmak için ses verdiğimde
Sesimi duyan var mı diye ?
Sen sustun öleceğimi bile bile.

Şimdi zafer nidalarıyla dolaş başka bedenlerde
İzbe kuytularda erit yüreğini
Adımı karaladığın notlarını yırt at
Sana yazılmış ilanı aşkların büyüsüyle 
Yokuşundan in aşağılara


Sokak taşlarının arasında sıkışıp kalan adımlarıma
Adını fısıldadım sessizce
Her yerden aynı cevap geldi.
Yar ihanet içinde.

Senin çamurlu ayaklarını yıkadığın su birikintisi
Gözyaşlarımdan oluştu.
Şimdi lekesiz adımlar atacağını sanarak sen 
Kirlenmiş yüreğine ortak ettiğin yarınlarımı 
Çıkar at üzerinden.
Ve yine ihanet güldürsün yüzünün silik kıvrımlarını
Güle oynaya bitirirken hasretinle yürek alışverişini
Sokaklarından geçerken gözlerinle süzdüğün bütün kadınları
Sırf alevinde yanarken çıkardığı sesi seviyorsun diye
Yine al , at, yak yüreğinde
Yansınlar bırak
Sırf sen bir anlık heveslerine kavuş diye


Biriksin küllüğünde yine izmaritler
Her defasında beni söndür tekrar tekrar.
Boğazına takılan öksürük nöbetleri ayırsın bizi 
Bırak ayırsın sonsuza kadar.
Nafile çabaların sancısında uykuya hasret gözlerin
Kapatırken perdelerini sıkı sıkı güneşe
Sırt çeviren diğerleri gibi
Kar yağacaktır elbette sevgisiz yüreğine.




12 Mart 2009 Perşembe

SİYAH MOR VE DİĞERLERİ

Ay geceden bunalmış,
Güneş güne sırt çevirmiş meğer.
Velhasıl gökyüzü yere dikmiş gözlerini.
Ne yapsın koca derya
Küçülmek hevesinde ?
Bir terslik var belli
Dilimin ucunda dile gelmez
Kelimeler yitirdi harflerini.
Hoşça kal pembe, yeşil, kırmızı, mavi.
Kapattım aynı gördüğüm açtım aynı 
Gözlerimin önünde bekleşip duruyorlar
Siyah , mor ve diğerleri...

5 Mart 2009 Perşembe

KALDIRIMLARDA

Kaldırımları mı yanlış yürümüştük ?
Yoksa baştan sona hatalı mıydı sokaklar ?
Parmaklarımın arasına sıkıştırdığım sigaram.
Bir adım ileri bir adım geri ne fark eder
Aynı olmasa da adımlarımız
Yan yana yürürken aynı yollarda 
Unutuldu mu gülüşler ?
Senin parmakların değil miydi sımsıkı saran ellerimi ?
Yalan mıydı sarılmalar  ayrılık yok dercesine ?
Pek hayal de kurmazdık ki seninle 
Yıkıldı desek hayallerimiz.
Gerçekti yaşananlar
Ve biz yalansız yaşadığımızı söylemez miydik?
Uzun zamandır görmediğim yüzünü
Fotoğraflarda anımsamak
Olmuyor
İsyanlara açılıyor yüreğim.
Sırf hayalin yetmiyor bazen
Ne sevdamı görüyor
Ne de yakarışlarımı duyuyorsun.
Bak ben yine seninleyim.
Yine sevdan yakıyor yüreğimi
Nerelerdesin sevgili ?
Aklında olmayan ben çıkmazlardayım.
Gözlerin çeliyor aklımı suskun fotoğraflarda
Sensizlik sevdan gibi işledi dünyama
İçtiğim her sigara son artık
Her adım sona davetiye bana
Anla be anla artık sevdiğim
Uzakta olsan
Değmez de dese başkaları ona
Ömrümü sana adadım
Yalan yanlış kaldırımlarda.

(99 EKİM)

25 Şubat 2009 Çarşamba

GÜNEŞ

Bu kadar erken beklemiyordum seni,
Oyalanır yollarda diyordum.
Biraz kara bulut şimşeğini çakar,
Yıldırımlar atar dünyama ,
Sonra o gelir diyordum.
Bu yanılgı ne mutlu etti beni,
Ansızın gelmen nasıl sevindirdi.
Bir bilsen yüzümde beliren gülüş,
Görenlere nasıl hayret dedirtti.
Şimdi ben baharın mis kokusunda,
Çiçek tarlasında koşturup oynamaktayım,
Sen geldin uyandım kara uykudan,
Berrak suyunla arınmaktayım.
Gösterdin içimde yanan ateşin,
Alevi ne kadar deli ısıtır.
Ben güldüm, sen güldün, onlar ağladı.
Gösterdin sahteler gurursuz ölür.
Hadi yaşa dedin dilediğince,
Hadi eğlen gül, güneş yüzünle..
Ne kadar aydınlıksın dedin sen bana,
Aydınlık neymiş gördüm yüzünde..
Ne desem hoyrat kalır asil gönlüne,
Sussam da anlasan ne güzel olur.
Ah anladım dedin ılık meltemle,
Dilerim bu bahar yazımız olur.

17 Şubat 2009 Salı

BAĞ BOZUMU

Demek gidiyorsun sevdiğim
Vaktidir diyorsun.
Ardında kalan şımarık gülüşlerime
Sensiz düşler yar ediyorsun.
Demek gidiyorsun.
Vaktidir diyorsun.
Kırık vazoların
Kirli sularında
Aç açabildiğin kadar
Dök yapraklarını
Koparılmış kökünden ne de olsa hayatın diyorsun
Sen gidiyorsun.
Olgunlaşacak diye baharda toprakla buluşturduğum
Henüz yazı bulmadan
Meyve vermek için yaratılmış varlığımıza son verip
Vaktidir diyorsun.
Sen gidiyorsun.
Oysa
Henüz vakti gelmedi.
Daha topraktan ayrılmadı köklerimiz.
Yeterince yeşillenmedi yapraklarımız.
Başka bir toprakta can bulurum diyorsan
Daha kolay açarım
Hep güneşe bakarım diyorsan
Hiç üzüm olur mu erikten ?
Hangi yalanın koynunda
Bahçemizin topraklarını ölüme terk ediyorsun ?
Söyle sevdiğim,
Sen hangi bağ bozumu hülyasında
Bizim bağ bozumumuzu yerle bir ediyorsun ?
Sen hangi bağ bozumundan bahsediyorsun ?

3 Şubat 2009 Salı

CENNET

Nabzı atmıyordu artık
Öyle söyledi doktor.
Hedefine kilitlenip, bakışıyla vurmuştu katil
Sarı saçlı küçük kızı.
Düştüğü yerde
Yerle bir olan umutları
Damarlarından çekilirken,
Beyaz tenine yakışıksız bir sonla 
Gözü açık giden diğerleri gibi
Yığılmıştı olduğu yere
Ardı ardına gelen zehir yüklü kurşunlarla.
“Kurtar beni bu yerden” dedi usulca
Son bir çabayla.
Durmak üzereydi kalbi işte o an
Katil öfkeliydi.
Kıydı sarı saçlı küçük kıza.
Almaya geldiler onu

Gördüm.
Oradan.
Cennetten.
Ağlama dedi bir melek
Diğeri sildi yaşlarını
Konuşma dedi bir diğeri
Yorma artık ölmüş bu yüreği
Sustu sarı saçlı küçük kız.
Susturdu nafile bütün sözleri.
Giderken ardına bakmadı.

Bakmak istemedi.
Gitti.
Devam etti ondan sonra hayat.
Otobüsler seferlerine ,
İnsanlar işlerine ,
Öğrenciler okullarına...
Kadınlar lakırdıya daldı. Hayat devam etti.
Öldü sarı saçlı küçük kız .
Hiç kimse fark etmedi.
"Nereden geliyorsun?" diye sordular
Sarı saçlı küçük kıza.
Hemen şurası , çok uzak değil dedi.
Değdi yüreğime bin alev istemeden.
Yandım, yaralarım geçmeden
Yeter dedi bir katil.
Öldürdü beni.
Cehennemden geliyorum.
Cennette ağlanmaz değil mi?

26 Ocak 2009 Pazartesi

PİÇ

Yüzüne değdi kirpiğimin ucundan
Fırtınalarla savrulan damlalar.
Damıtıp zehrini,
Aldım avucuma yere düşerken.
Sanane çocuk !
Doğurmuş yüreğim
Parmak ucuyla gösterilen
Ziyan ettiğin piç bir aşk.
Şimdi sokak ortasında savrulsun boş ver.
Gelene geçene sorsun kimim ben diye
Kiminim?
Hangi kalbin içinden düştüm buraya?
Bırak sorsun çocuk.
Büyümüşsün ya sen
Büyümüş ya içimde seni beni izlerken.
Ne ben elinden tutarım artık ne sen tut.
Tutma , istemem !
Ben ışığının içinde kaybolanları,
Yere diktiğin gözünden kaçırabildiklerimi toplayıp
Ne varsa artık kalan.
Bir parça yarın 
Bir parça geçmişten kalan.
Hoşça kal diyorum.
Hoşça kal çocuk.
Yeni doğumunda yağacak yağmurda
Islanacak, çocuklarına acıyacak,
Acınacak birilerini bulmak üzere hoşça kal.
Yokluğun varlıktır 
Sefil ruhlar kanarken.
Ağzımı açıp basınca çığlığı
Yıkılsın yerde ne varsa
Parçalansın gökte seyrettiklerim.
Bırak çocuk,
Küçülsün nazarında bütün düşlerim.
Varlığım ezilsin sahip olduğun siyah boşlukta.
Büyümüşsün ya sen
Bırak kalsın bu piç aşk ortalıkta.

16 Ocak 2009 Cuma

MAVİ

İçim.
Buz.
Mavi.
Kaybeden gerçeklerin keskin ucunda
Göğe uzanmış, keyfe zehir katılmış
Parlak cilalı elma.
Yar.
Bir yaz akşamı rüyası kış sabahında.
Terlikleri şak şak.
Ardıma bakmıyorum.
Gördüğüm.
Mavi.
Dur(ma)!
Kayıp gitsin yokuşun sonuna kadar
Usuldan yürüyüşlerde çığlık sesim.
Dan dan!
Mavi.
O kadar da değil canım.
Altı üstü dört tekerli araba
Yol zaten yapım aşamasında 
Enkaz dolu geçtiğim yolların manzarası
Badanası yok elbette çoğu yapının
Olanlar ise
Mavi.
Şimdi umut dolu bir bakış açısı mı gördünüz siz?
Mavi hiç kederle yoldaş edilir mi?
Değil mi?
Bende öyle düşündüm zaten.
Katladım.
Mavi.
Katlandım.
Mavi.
Soldu yeşil.
Kaldı.
Mavi.

11 Ocak 2009 Pazar

TAHTA BAVULDA SAKLI YÜREĞİM

Penceresi yeşile açılan, her daim yağmur damlalarının sesinde
Uykuya dalmanın , o eşsiz huzurunu yaşadığım evimizin
Gençliğe adım atan çocukluğumdan kalan,
Büyüdüğümde yaralarımı sakladığım,
Dedemin dedesinden yadigar
Tahta bir bavulda ,
Tavan arasında ,
Saklanmaktan yorulmuş anılar.
Dere kenarında uçuşan kelebekler
Bir kalıp sabunla cıvıldaşan sesimin yankısında raks ederken,
Babaannemin akşam oldu haydi eve gelin dediği günlerin,
Dedemin çattığı kaşının altında eziliveren gülme krizinin,
Şehir merkezinden yola koyulunca,
Başka memleket çocuklarının dayanamayacağı kadar
Engebeli yollarda
Güle oynaya, yukarılara daha da yukarılara çıkıyor olmanın,
Köye vardığımızda ilk evin önünde duraklama nedenimizin 
Yıllar çizgilerini çok çabuk derinleştirse de
Dillere destan güzelliğini unutmamıştır kimse
İpek halamla kucaklaşmak için olduğunu bilmenin,
Mehmet enişteme gülümsemenin eşliğinde
Devam ederken yola,
Anlat hele ben dinlerim diyen köy sakinlerine
Heyecanla anlattığım tüm hikayelerin
Koynunda uyudum bugün.
Duyduğum gürültülerin sesiyle gözlerimi açtığımda
Kaybolmasın diye sevdiklerim
Yüreğimi sakladım onların yanına.
Dedemi, babaannemi, halamı, eniştemi
Çocuk hikayelerimde saklı aydınlık geleceğimi
Tekrar kilitledim.
Cilası eskimiş, kulpu kırılmış,
Dedemin dedesinden yadigar tahta bavul içerisine.

8 Ocak 2009 Perşembe

VURUYOR KENDİNİ GÖZLERİMİN ÖNÜNDE

Her hikayeye konu olan kahramanların özentisinde
Yeni tiratlar sarf ediyorum.
Akşam olduğunda hüzünlenen şairlerin
Güne varma çabasındaki engebeli süreçte
Derin bir yalnızlıkla susuyorum.
Neşelenmek için bahaneler uyduran gülmeye meyilli yüreğim
Hiç alışık olmadığım alışkanlıklar ediniyor benden habersiz.
Koyversem boşluğa ruhumu zaman çok erken.
Yaptıklarına alkış tutsam sahtelik olur.
Fark etmek bir gece sessizliğinde 
Sevdiğinizin aslında sevmeyeniniz olduğunu 
Sevdiğinizin sanmalarla ziyan olduğunu
Sevdiğinizin,
Her gün size yeni anlamlar yüklerken
Anlamsızlaşma yolunda kendini vurduğunu.
Gözlerinizi her kapadığınızda onunla, açtığınızda onunla
Ancak o aradaki kapama anında
O küçücük anda ondan çok çok uzakta olduğunuzu anladığınız oldu mu ?
İtiraf edemediğiniz zamanların birinde 
Gecenin en sessiz yerinde fonda bu sessizliği bozmak için çalan 
Sevdiğinizin gelecek günlerdeki partilerinde
Salınacak arkadaşlarına eşlik edecek müzikleri
Belki ne söyleyeceğini bilmediği için
Belki de sizin kelimelerinizden kaçtığı için
Dinlemekteyken
Gece
Daha birini bitirmeden diğerine başlanan her şeyde olduğu gibi
Sizi de yordu mu ?
Aranızda hiç bilinmeyenli denklemler 
Sevmeler ,ihanetler.
Belki bahçe kapısı aralığında
Belki de yerde bulacağınız gürültülü bir karşılaşmanın 
Bilmem kaçıncı arifesinde
Bütün tiryakiliklerden vazgeçiş eylemleri planlarken 
Görmezden gelmek şıkkını seçiyor bulunca kendinizi soldunuz mu ?
Derin bir of çekmekle çekmemek arasında kaldığınız
Zamanların birinde
Gün ışığına kavuşmuş bulunca gözlerinizi
Gördüğünüz aydınlık  aydınlık oldu mu ?