12 Eylül 2025 Cuma

SANCI

Yüzün hüzün doğurganlığında büyüyor
Eylül dolanıyor penceremin önünde 
Kırmızı güller dikmek için yüreğime 
Gülüşünü doldurup ceplerime yola çıkıyorum.
Yorulursun değmez diyorlar.
Nasıl yani?
Sen özlersin ama o?
Özlediğimde ziline basıp kaçarım
Kapısının önünde seksek oynarım
İp atlarım
Uğur böcekleriyle şarkılar söylerim
Oyalanacak bir şeyler bulurum yani diyorum
İnanmıyorlar
Gülüşünü ceplerime doldurduğuma inanmadıkları gibi
Kıkır kıkır gülüyorlar arkamdan bin fısıltı
Bir de duysalar yüz yıldır beni sevdiğini, yolumu gözlediğini...
Buruş buruş kırış kırış diye dalga geçiyorlar yüreğinle
Yalan yanlış hikayeler uyduruyorlar
Yorulursun, savrulursun, kahrolursun değmez diyorlar
Seni bilmiyorlar
Sensizliği bilmiyorlar
Bir tutturmuşlar ayrılık
Kokundan haberleri yok haberleri yok nasıl ayrıldık.












11 Eylül 2025 Perşembe

PAZAR

Ne kadar ağlasak faydasız
Çıkarıp atalım yüzümüzden yasını
Vaktidir
Bırakıp gittiği bütün günleri
Usulca yerine bırakmanın.

Ne kadar konuşsak boş
Üzerinde tepinip durduğumuz yetmez mi yüreğimizin
Vaktidir
İçinden çıkarıp onu
Bırakıp gitmenin.

Yeni bir gün doğmuş
Yeni bir gün
Pazar
Pazara şen kahkahalar yaraşır
Masum aşklar
Hesapsız sevdalar yaraşır
Gerisi ucuz birer yalan
Vaktidir
Yalanlara el sallamanın

Sen kimdin?
O kimdi?
Ne sebeple geldi?
Niye gitti?
Vaktidir
Ölüp ölüp dirildiğin yerden umuda karışmanın

Dilediğince sarıl
Sarıl sarılabildiğin kadar
Sevebildiğince sev hiç durma
Yorulma, bıkma, vazgeçme asla
Sahip olduğun sana yeter
Onu  boş ver.


9 Eylül 2025 Salı

SEVGİLİM SEN AĞUSTOS OLABİLİR MİSİN?

Sevdiğim
Gönlümün yaban bahçesi
Aralık iklimler vakti gülüşlüm
Dünyanın derdini çekilir kılan
Bebek kokusunda hüzün bakışlım
Gördüğüm rüyanın ben etkisinde
Senin yollarında hasret biçtiğim
Şimdi yoksun ya yarın gelirsin
Beklerken ömrümden ömür ektiğim
Kırmızı çiçeklerin beyaz süsünde
Göğsünde ağustos düşü gördüğüm
Yalnızlık mevsimse bu garip yerde
Her mevsim yanında yazı bulduğum
Aralandı seninle keder kapısı
Hepsi de kaybolup gittiler gün gün
Dün müsün, bugün mü, yarın mı bilmem
Düşündükçe hep gelecek gördüğüm





8 Eylül 2025 Pazartesi

GAİPTEN SESLER

Sen bin desen çiçek açsan, bin bahar olsan, bin vadiden dereler sana aksa 

Ve ben  bilsem ki solacağım sana kavuşmazsam 

Soldu sayın beni

Öldürdün seni.



13 Ağustos 2025 Çarşamba

KARPUZ

Çok değil daha birkaç gün önce kavga ettim mahalledeki çocuklarla
Yok yok pes eder miyim hiç canlarına okudum valla

Mahallenin en yaramaz çocuklarından biriydim ben. Zerzevatçıların baş belası, çift kale maç yapan abilerin korkulu rüyası, boyumdan büyük bisiklete biner, ağaç gördüm mü tırmanmadan duramazdım. Yaramaz çocuktum. Yaramazdım. Yaşıtlarım yağlı ekmek, salçalı ekmek yerken ben maydanoz ekmek, çarliston biber kemirirdim. Yok benimkisine yemek denmez cidden kemirirdim. Mahallemize camcı açılacağını öğrendiğim gün çok heyecanlanmıştım. Garibim camcı, nereden bilsin onca başına bela olacağımı. Bana gün doğmuştu. Annem her sabah bin tembih yapmamam gerekenleri sıralardı. Ne hikmetse her akşam yapmamam gerekenleri yapmış ve üstüne bin şikayetçiyi kapımıza dayandırmış olurdum. Bence büyükler her şeyi çok abartıyordu ve dedikleriyle yaptıkları birbirini hiç tutmuyordu. Büyümenin kötü bir şey olduğunu daha o zamanlar anlamıştım. Mahallemizden her akşam aynı saatte elinde gitarıyla bir abi geçerdi. Sanırım ona aşık olmuştum. Etrafta onun gibisi yoktu. Herkesten farklıydı. Elinde alış veriş torbası yerine  gitar vardı. Hep aynı saatte geçer, hep aynı hızla yürür ve hep aynı tebessümle bakardı. Ardından baktığım anlar çocukluğumun en uslu anlarındandı. Bisikletim nerede, mahallede maç kurulmuş, gazoz kapaklarım ortalığa saçılmış hiç umurumda olmazdı. Öylece bakardım. Ne zaman o kadar büyüyebileceğimi hesaplamaya çalışır, sonunda işin içinden çıkamaz çareyi gidip yaramazlık yapmakta bulurdum. Top patlatmak, kale yıkmak, zillere basıp kaçmak, kapı önü terlik tekleri saklamak... Yaz bambaşka güzel olurdu. Karpuz severdim. Karpuz sevmeyen mi var be? Hâlâ severim. Karpuzu ve seni.
Sonra biraz biraz büyüdüğümü hissettim. Hiç umurumda olmayan şeyler umurumda olmaya başlayınca... Neler oluyordu? Neden oluyordu? Uğultu gibi sesler ağır kelimeler sarf ediyordu. Anlamını çoğunlukla bilmediğim ama yeterince zor tonlarda söylenen kelimeler. Nesi vardı bu büyüklerin, çözümsüz olan neydi? Karınları ağrıyor olsa geçiyordu nihayetinde. Anneleri kızsa da seviyordu onları. Babalarının cebi hep sürprizlerle doluydu. Yumurtalı ekmek kokusunun unutturamayacağı ne olabilirdi ki? Çilek reçeli vardı hem. Hani şu cennet cennet diye bahsettikleri kesinlikle oydu. Her sabah cennetse ve cennet öyle mutluluk vericiyse nesi vardı bu büyüklerin? Neden mutlu olmuyorlardı? Radyo cızırtısı nasıldır biliyorsunuz değil mi?  Türk sanat müziği ya da Türk halk müziğinin art arda çaldığı radyo kanallarında sıradaki parçayı anons eden abilerin, ablaların  diksiyonları, sesleri  harika olurdu. Kelimeleri öyle güzel söylerler öyle güzel tonlarda konuşurlar, vurguları öyle yerinde yaparlardı ki dedem bile keyfe gelir bir türkü patlatırdı. Sonra düşler kurduran bir müzik başlardı. Ben kırmızı pabuçlarımla ilgili hayaller kurardım ve sanıyorum ki dedem de bana hangi pabucu ne zaman alacağını... Sonra birden bir cızırtı. Hayallerimi bölmek için dedem bana başka pabuç almasın diye radyonun içine saklanan canavarlar düşlerime saldırıyordu. Hem sadece benimkine değil dedeminkine de. "Hay aksi" derdi dedem. Üç kuruşluk zevkimizin içine...Aman dedem derdim hiç sorun değil gider ayarlarım ben. Koştururdum radyonun başına bir o yana bir bu yana çevirirdim düğmesini. "Hay yaşa" derdi. Yeniden keyfe gelirdi. Benim çocuk kalbimde dereler coşar, çiçekler açar, kuşlar cıvıldaşırdı. Yaz rengarenk mutluluklarla kalbimin içini şenlik yerine çevirirdi. Evde kimsenin olmadığı günlerden birinde kocaman karpuzu zar zor mutfak tezgahına taşıyıp kesmeye karar verdim. Bilin bakalım ne oldu? Kestim kesmesine ama sadece karpuzu değil. Sol bileğimde durur hâlâ karpuz kokulu elimden kayan bıçağın izi. O ize her baktığımda (o gün çok korkup çok  ağlasam da) mutlulukla doluyorum. Söylemiştim. Karpuzu seviyorum. Bütün o yaz akşamları, sonbahar telaşları, uzadıkça daha tatlı bir kız çocuğu olduğumu söyledikleri saçlarıma babaannemin papatyalardan ördüğü o harikulade taçlar, yalınayak koşturduğum bahçeler, çiçekli böcekli elbiseler, yarım yamalak bildiğim şarkıları söyleme hevesim hepsi ama hepsi senin gözlerinle ilk buluştuğunda gözlerim tekrar gülümsediler. O yüzden onca kızarmıştı yanaklarım. Çocukluğumdaki gibi al al..
Ben ne zaman büyüdüm?  
İlk kez pabuçlarım ayağımı acıttığında mı?
İlk kez düşüp yaralandığımda mı?
İlk kez en iyi arkadaşımdan ayrılınca mı?
İlk aşkımda mı?
İlk yalanda mı?
İlk ihanetle tanışmamda mı?
İlk kaybettiğim sınavda mı?
İlk kazandığım ödülde mi?
İlk okuduğum romanda mı?
İlk etkilendiğim şiirde mi?
İlk kez sarhoş olduğumda mı?
İlk migren atağımda mı?
İlk öpücükte mi?
İlk kez sana sarılınca mı?
İlk kez oje sürdüğümde mi?
İlk maaşımı alınca mı?
İlk uçağa binince mi?
İlk araba kullanınca mı?
İlk kez sürdüğüm kırmızı rujla mı?
İlk yolculuğumda mı?
Ben ne zaman büyüdüm?
Karpuz gözlerinden ayrılınca mı?

12 Ağustos 2025 Salı

SİNKAFLI SEVGİLİM

Unut o zaman 

Bırakalım da sevmesin kalbin

Umurunda değilse 

Umurumda da  değilsin 

Unut o zaman 

Sen kazandın diyelim 

Ben kaybettimse kaybettim

Hasiktir bile değilsin!

11 Ağustos 2025 Pazartesi

OVERTHİNKİNG "DÜŞÜNÜYORUM O HALDE ÖLÜYORUM"


Elli    derece  güneşin altına  asılmış   ve  günlerce  orada  unutulmuş  rengarenk kıyafetler    nasıl  soluyorsa  öylece  solsun istiyorum   düşüncelerim.  Renklerinin güzelliğini,  kumaşlarının kalitesini  üstelik  konu  komşunun    "ayol    insan günlerce askıda bırakır mı güzelim kıyafetleri " demesini de umursamadan hatta gerekirse duymadan öylece boş boş durmak istiyorum.    Zihnim   arı  kovanı  gibi  sürekli vızıldıyor. Olur olmaz her çiçeğe konup bal  üretmeye çalışmak zorunda değilsin diye sürekli telkin etsem de  yok işe yaramıyor. Dünyanın en büyük çöp yığınının pasifik okyanusunda olduğunu söylüyorlar.  Bana kalırsa dünyanın en büyük çöp yığını  benim  zihnimde   ve   her  an  üzerine yenileri ekleniyor. Çok kırılmış,  çok yorulmuş, çok kandırılmış   ya da  şöyle  diyeyim  çok aldanmış biri olarak  kendi  zihnimin   ipini   çekmeye   karar    verdim.  Hani diyor ya  Yılmaz Erdoğan  "SEVGİLİM YOKSA SEVGİLİM OLMAYABİLİR MİSİN?"   şiirinde   "Sen aşka aşıksın müsaitsin gördüğünü abartmaya"     hah işte ben de aldanmaya meyletmiş ve bunu abartmış olabilir miyim? Olanı, olduranı bir kenara bırakıp yoluma öyle devam etsem olmaz mı?    Biraz sakinleşsem?    Sakin olma şıkkım olduğunu bile yeni fark ettim biliyor musunuz?  Alışmışım pata küte nerede olmaz    var    olur  edebilirim  fikrine  kapılıp  kırk  parçaya  bölünmeyi  meziyet saymaya, olura olmaza nezaketle yanaşıp çok mühim   bir  şey   beceriyormuşum gibi  affetmenin  erdem  olduğu  yalanına  inanmaya...  Günlerim  sanki yeni binalarda çocuk odası,  çalışma odası  adı altında   sergilenen balkon bile olamayacak küçüklükteki allanıp pullanmış  kafes camlı  odalardan birinde  volta atarken, kendini uçsuz bucaksız bir ovada hayal eden  "oldu oldu oldu"  ritüelleri yapan, yeni moda  zihin  kandırıkçılığına  teslim  olmuş  insan   koyvermişliğinde   geçiyor. Çünkü insan bir çöplükte dolaşırken çöp kokusuna o kadar alışıyor ki   dünyanın  her yeri öyle kokuyor ve herkesin manzarası da aynısı sanıyor. Zihnimle bir  savaşa  giriştiğimi düşünebilirsiniz  zira  ben  de  öyle düşünmüyor değilim. Zihnim sürekli kazanıyor. Bir hacı yatmaz gibi ne yapsam deviremiyorum   ne  yapsam durduramıyorum diye düşünürken Rusların meşhur matruşkası geldi aklıma.  Evet bildiniz.  Neden bir matruşka olmuyorum. Özüme kavuşana kadar bütün tabakalarım kırılıp dağılsa da en güçlü, en kırılmaz, en ben halime o zaman kavuşamaz mıyım? Bunu biraz da kendimi kurtarma operasyonu gibi düşünebiliriz. Saldıranı ve savunanı aynı olan bir savaştan nasıl çıkılır, ne kadar yara alınır, sonuç tam olarak başarıya ulaşır mı yani demem o ki bir yanımı öldürünce diğer yanım gerçekten kazanmış sayılır mı? Bilmiyorum. Bunu bir savaşmış gibi ele almak yerine değişim,  dönüşüm   olarak  değerlendirmeye çalıştığım zamanlar da çok oluyor. Bu iyi bir şey doğru yoldasın, eninde sonunda huzura erecek, rahat bir nefes alacaksın diyorum. Kabul etmeliyim ki böyle düşününce daha umut dolu, ulaşılır   bir   hedef   belirlemiş ve ona çok yaklaşmış gibi  hissediyorum. Tam da böyle hissettiğim anda başka bir düşünce ele geçirmeye başlıyor zihnimi. İlk önce  kendini kandırma diye mırıldanıyor. Sonra uçsuz bucaksız çöplüğümde otururken  çığlık atmak, sağa sola küfretmek, saçımı başımı yolmak istiyorum. Nezaketsiz, saldırgan, biçimsiz.    

Elli derece güneşin altına asılmış ve günlerce orada unutulmuş rengarenk kıyafetler      nasıl soluyorsa öylece solsun istiyorum düşüncelerim.

 


30 Temmuz 2025 Çarşamba

PRENSESİN TAKUNYASI

 tık tık tık 

Modası geçmiş  yazlık bir  şarkının nakaratına eşlik ediyor adımları

Bir elinde salya sümük anılar bir elinde kahkaha

Sokağın gürültüsü kimin umurunda 

Pervazları toz toprak içinde,  içine içine çarpıp duruyor pencere 

İçinde uyumsuz, vazgeçmiş, bıkmış bir yara kanamakta

Hızlıca kapatsa işe yarar mı acaba?

tık tık tık 

Derin bir ayrılık yuva edinmiş bağını bahçesini

Adımlarının sesi ondan böyle sağır edici, börtü böcek korkuda 

Bir ah etse solacak çayır çimen

Ha güldü ha gülecek derken...

Nefesi kesilene kadar koşmak, kaçmak  hevesi var belli 

Bir cesaret ardına bakmadan koşsa unutabilir mi? 

tık tık tık

Zarflara sığmayan acemi mektuplar yazıyor  akşam sefalarına yaslayıp umutlarını

Alelade bir gün, geceyle birlikte  mucizeye dönüşsün istiyor

Okuduğu kitaplardan kaldırıp başını dalıyor maziye uzun uzun

Dudağında  yabancı bir gülümseme, kalbinde tanıdık bir hasret 

Derin bir sessizlikle aralarken anılarının kapısını  duyulabilir mi?

tık tık tık 








7 Temmuz 2025 Pazartesi

TARA

Nasıl da zarif  duruyor öyle

Gülüşünden  menevişler saçılıyor ortalığa

Yürek dolusu öpücükler kondurup yanağına

Seyre dalmalık


Basıp geçtiği her yerde mevsimler baharlanıyor 

Çiçeklerle yarışıyor güzelliği kuşları kıskandırıyor sesi

Elleri cennet kapılarını aralıyor

Tutup hiç bırakmamalık


Bir su damlası, ay ışığı,  bir yıldız tozu sanki

Gözlerinde Zümrüd-ü Anka gizli

Okyanuslar, dağlar, ovalar can buluyor teninde

Sonsuzluğa varmalık




26 Haziran 2025 Perşembe

YOLLARINI KAYBETMİŞ ŞEHİRLER BÜYÜYOR İÇİMDE

Yollarını kaybetmiş şehirler büyüyor içimde

İçinde yangınlar.

Satır satır uçuşuyor sayfalar toz duman.

Tuzak şarkıların uğultusu delip geçiyor sessizliği

Ayyuka çıkmış bir yokluğun yasında.

Ellere adanmış bir ömrün yarasında

Kaderle burun buruna, kederle sarmaş dolaş

Yollarını kaybetmiş şehirler büyüyor içimde

İçinde yangınlar.


17 Nisan 2025 Perşembe

LEYLAK

Biraz leylak kokusunun insan ruhuna nasıl da iyi geldiğini uzun uzun anlatmak isterim lakin bu romantik sükûnet halinde zor gibi. Malum ucundan kıyısından yaza merhaba dedik. Şen kuş cıvıltıları, rengarenk mevsimlik çiçekler, ardına kadar açılmak için prova yapan balkon kapıları, pencereler, pazar tezgahlarında salınan yaz müjdecisi çeşit çeşit otlar, hafta sonu piknik planları, sahilde uzun yürüyüşler, ışıltılı günler, yıldızlı akşamlar... 

Derin bir nefes alıp doğaya teslim olmanın, toprağa basmanın, dağ bayır salınıp durmanın tam vakti. En uçuş uçuş elbiselerini giyip üstlerine çıplak ayak kırlarda koşturan kız çocukları gibi papatyalardan taçlar takıp saçlarımıza kıkır kıkır kıkırdama vakti. Işığın kamaştırdığı gözlerimize aldırış etmeden üstelik. Deniz yıldızları gibi yeniden hep yeniden hep yenilenmeye meylederek hayata karışma vakti. Bu sonsuzluğun içinde tebessüm etmeyi unutmadan. Seyyar satıcıların tezgahlarında çağlaların, eriklerin, çileklerin nazlı nazlı salınma vakti. Avuçlarımıza konan uğur böceklerine şarkılar söyleyerek yeni dilekler tutma vakti. Tüm dileklerimizin mucizevi bir şekilde gerçekleşeceğinden hiç kuşku duymadan.

Biraz leylak kokusunun insan ruhuna nasıl da iyi geldiğini uzun uzun anlatmak isterim...


8 Nisan 2025 Salı

MERHABA BEN UMUT

Geldi.

Ben mavi bir çiçektim.

İliştirdi beni göğsünün tam üstüne.

Nereden bilecektim?

Düşürdü beni yüreğinden.

Yapraklarım solmaya, ışığım sönmeye başladı.

Kaldı. 

Tutar sanıyordum. Kaldırır düşürdüğü yerden.

İyileştirir yaraladığını.

Üzülür, özür diler hoyratlığından.

Af diler gözlerimden, af diler saçlarımdan.

Kaldı.

Rüzgarım oldu.

Un ufak parçalarım savrulsun diye olabildiğince uzağa.

Kaldı.

Yağmurum oldu.

Gözlerimdeki keder görünmesin diye.

Kaldı. 

Yangınım oldu.

Hâlâ bana benzeyen parçalarım tanınmaz hale gelene kadar.

Kaldı.

Savurdu.

Yağdı. 

Yaktı.

Gitti. 



18 Mart 2025 Salı

LEYLAKLAR ORMANLAR FIRTINALAR

Dikenli teller var içimde
Her köşesinde kurt kapanları.
Av benim.
Ve ne gariptir ki avcı.
Dökük sıvalar var içimde
Dikiş tutmaz yaralar.
Cadı kazanları
Cehennem suları
Yandıkça eğilip içtiğim sular.
Leylaklar açar mı gizli bahçelerde ?
Saf ademoğulları
Sere serpe uzanmışlar göğe
Bize bakıyorlar.
Bulutlar var içimde 
Ha yağdı ha yağacak .
Uzak topraklara hasret, hasret olduğu kadar küskün.
Fırtınalar var içimde  
Dizginlemek ne mümkün.






3 Mart 2025 Pazartesi

ELVEDA

Bahçesinde ayrık otları 

Sesi kesilmiş kurbağaların 

Mevsimsiz bir karakış 

Bir zamansız vedada 

Eteklerimde ona  söylenmemiş aşk şarkıları

Kalbimden çekiştirip durmakta

Affet sevdiğim 

Affet 

Elveda



26 Şubat 2025 Çarşamba

GÖZLERİNDEN SONRA GÜLÜŞÜNDEN ÖNCE

 Kuş cıvıltıları saklıyorum kalbimde. 

Adının göğünde çırpıyorlar  kanatlarını.


Senin ellerin eski semt pazarları ve  sahilin birinde başını omzuna yaslıyor sevdalıların.

İp atlıyor sokağın bir köşesinde, başka bir köşede su veriyor çiçeklere.

Rüzgarlarla ıslıklar çalıyor, şarkılar söylüyor, gülümsüyor.

Nisan senin ellerin bulutlarla yarışıyor, yağmura karışıyor.

Açıyor renk renk baharlara yazlara...

Dağlar aşıyor derelerden taşıyor.

Bak nasıl kıvrım kıvrım yayılıyor senin ellerin.

Senin ellerin şiirler, şairler, hasretler...

Sonsuz ufuklar, ormanlar, hercai menekşeler.

Senin ellerin ıhlamurlar, sarı sümbüller, limon  ağaçları, nar çiçekleri...

Senin ellerin Gümüşsuyu yokuşu  Beylerbeyi sahili. 

Üsküdar Beşiktaş arası vapur seferleri.

Senin ellerin eylül akşamları, kavun kokuları, martı sesleri, dalga dalga deniz.

Ege de bir köy kahvesinde  karadut suyu, limonata.

Karadeniz'de her dem yeşil yaylalar, al yanaklı çocuklar.

Akdeniz'de sere serpe güneş, kum, deniz...

İç Anadolu'dan Doğu Anadolu'ya 

Doğu ekspresinde aşk senin ellerin.

Senin ellerin zeytin ağaçları, defne yaprakları,  kiraz dalları...


Kuş cıvıltıları saklıyorum kalbimde.

Adının göğünde çırpıyorlar kanatlarını.


19 Şubat 2025 Çarşamba

KARŞI PENCERENİN KUŞLARI

 Akşam üstü bir kadın bir fincan kahvesini yudumluyor.

Bir yudum kahve bir nefes sigara...Tekrarlıyor.

Dışarısı günlük güneşlik.

İçerisi kar kıyamet.

Köşede seyyar bir balıkçı bağırıyor.

Mercan var, mezgit var, levrek var.

Bir taksi yanaşıyor öteye 

Gencecik bir kız, yüreğinin kıpırtısı caddelere taşarken 

Beşiktaş lütfen diyor.

Uzaklaşıp gidiyor.

Karşı pencerenin kuşlarına takılıyor gözü.

Bugün, olduklarından daha neşeli mi ne diye düşünüyor kadın.

Beyaz bluzuna damlayan kahvesine aldırış etmeden gülümsüyor.

Evinin içinde kocaman bir gölge  sessizlik.

Soğuk mu soğuk duvarları sarıyor.

Karşı pencerenin kuşlarının  sesi de olmasa 

Büsbütün çıldıracağını düşünüyor bu hayatta.

Bir an  hatta çoğunlukla kayboluyor yalnızlığında.

Bir, iki, üç, dört...

Saymayı bırakıyor zira yetişemiyor kanat çırpmalarına

İki kumru oynaşıyor  diğerleri sonsuz bir neşeyle şarkılar mırıldanmakta.

Kapatıyor gözlerini eşlik ediyor onlara.

Mis gibi bir meltem saçlarını okşuyor.

Yüreğinde bir ferahlık, bir kavuşma heyecanı.

Açık penceresinden içeri kuşlar doluşuyor.

Karşı pencerenin kuşları.



17 Şubat 2025 Pazartesi

ŞİŞMAN BAKKALIN KARISI

İncecik bir kadın.

Soluk benizli

Kara kaşlı 

Kısa boylu

Gülerken hiç görülmemiş

Âdeti değilmiş 

Şişman bakkal karısından çok korkuyormuş 

Sürekli farklı farklı hikayeler anlatıp duruyor mahalleli

Hikayelerin sadece sonu aynı, korkan bir şişman bakkal

Elinde olsa kulaklarından tutup tavana asacak kocasını diyorlar.

Yok artık diyor dinleyenlerden biri 

O kadar da değil. 

Usturuplu at kardeşim diyemediğine işte 

Şişman bakkalın karısı iyi giyimli 

Ağzı iyi de laf  yapıyormuş hani

Tabi lütfedip konuşursa 

Öyle herkesle konuşmazmış

Babasının da zahireci dükkanı varmış

Hatta şişman bakkalla orada tanışmışlar 

Şişman bakkal hep böyle şişman değilmiş 

O da incecik bir delikanlıymış evlendiğinde

Sonra ne olduysa olmuş üç beş derken...

Ara sıra şeker, sakız, çikolata falan dağıtırmış çocuklara.

Bir gün çocuklardan biri görünce elinde şekerleri

O heyecanla seslenmiş arkadaşlarına 

Koşun koşun! Çikolata dağıtıyor şişman bakkal amca 

Adı çıkmış şişman bakkala 

Kendi halinde bir adam diyorlar.

Aslında çok da iyi biri 

Gülümsemeyi seviyormuş karısının aksine

Eski günlerine tanık olanlar anlatır ara ara 

Bu da bir şey mi?

Gözlerinin içi gülerdi.

Ne neşeli çocuktu bir bilseniz bu şişman bakkal.

Şimdi bu güldüğü gülme mi?




15 Şubat 2025 Cumartesi

CEBİNDE AYRILIK TAŞIYAN ADAM

Cebinde ayrılık taşıyan adam 

Düşünceli.

Bir kaldırımdan diğerine mırıldanıyor.

Gelenin geçenin umurunda değil.

Farkında.

Bu biraz canını sıksa da en çok cebindeki şıngırtıya takıyor kafasını.

Her adım attığında şangır şungur.

Yüzünde istemsiz bir tedirginliğe neden oluyor.

Esir alıyor duygularını.

Sokakta cebinde ayrılık taşıdığı belli olmasın diye çırpınan adam

Kimsenin umurunda değil bunu biliyor.

Bildiği halde tedirgin.

Bir sağa bir sola oflayıp pufluyor.

Geleni geçeni süzüyor göz ucuyla

Bazılarına alenen uzun uzun bakıyor.

Kimse onu fark etmiyor.

Kimsenin umurunda değil.

Cebindeki şıngırtı arttıkça artıyor.

Kalbinin sesini bastırıyor.

Cebinde ayrılık taşıyan adam

Koyuyor ellerini ceplerine, oturuyor kaldırıma.

Tam bir şey söyleyecek gibi oluyor.

Ne geldiyse dilinin ucuna

Rahatsız olmuş olacak ki susuyor.

Derin derin nefes alıyor.

Bir gören oldu mu diye dilinin ucuna gelenleri bakınıyor.

Oh be diyor kimsenin umurunda değil.

Kimse beni fark etmiyor.

Cebinde ayrılık taşıyan adam 

Bir kaldırımda 

Öylece

Duruyor.



5 Şubat 2025 Çarşamba

GÜLDÜĞÜM YERDEN BİLDİRİYORUM

Günler geçirdik.

İyi günler.

Kötü günler.

Mutlu günler geçirdik.

Mutsuz günler.

Adıyla seslendim. Döndü, baktı, gülümsedi.

Tomurcuk güllere benziyordu gülümsemesi

Bir bahar tazeliği vardı sesinde.

Adımla seslendi. Gülümsedim.

Yabanıl bir papatya bahçesi gibi coştukça coştu kalbim.

Hayretler dolusu bakakaldım.

Her yerden duyulabilirdi kalbimin sesi

Mümkün değildi sevmemesi

Uzattığı eli tutmaması

Kaşına gözüne yanmaması

Bir sabah, bir vapur sesi,  bir martı çağlaması, bir kahve kokusu, bir karınca yuvası

Hüzne bulandı.

Gitti.

Ardında yolsuz evler, neşesiz gülüşler, derin iç çekişler bıraktı.

Adressiz umutlar, kayıp yarınlar, sessiz ağlamalar, sahipsiz yalanlar.

İçimde kusursuz kesikler bıraktı.