Elli derece güneşin altına asılmış ve günlerce orada unutulmuş rengarenk kıyafetler nasıl soluyorsa öylece solsun istiyorum düşüncelerim. Renklerinin güzelliğini, kumaşlarının kalitesini üstelik konu komşunun "ayol insan günlerce askıda bırakır mı güzelim kıyafetleri " demesini de umursamadan hatta gerekirse duymadan öylece boş boş durmak istiyorum. Zihnim arı kovanı gibi sürekli vızıldıyor. Olur olmaz her çiçeğe konup bal üretmeye çalışmak zorunda değilsin diye sürekli telkin etsem de yok işe yaramıyor. Dünyanın en büyük çöp yığınının pasifik okyanusunda olduğunu söylüyorlar. Bana kalırsa dünyanın en büyük çöp yığını benim zihnimde ve her an üzerine yenileri ekleniyor. Çok kırılmış, çok yorulmuş, çok kandırılmış ya da şöyle diyeyim çok aldanmış biri olarak kendi zihnimin ipini çekmeye karar verdim. Hani diyor ya Yılmaz Erdoğan "SEVGİLİM YOKSA SEVGİLİM OLMAYABİLİR MİSİN?" şiirinde "Sen aşka aşıksın müsaitsin gördüğünü abartmaya" hah işte ben de aldanmaya meyletmiş ve bunu abartmış olabilir miyim? Olanı, olduranı bir kenara bırakıp yoluma öyle devam etsem olmaz mı? Biraz sakinleşsem? Sakin olma hakkım olduğunu bile yeni fark ettim biliyor musunuz? Alışmışım pata küte nerede olmaz var olur edebilirim fikrine kapılıp kırk parçaya bölünmeyi meziyet saymaya, olura olmaza nezaketle yanaşıp çok mühim bir şey beceriyormuşum gibi affetmenin erdem olduğu yalanına inanmaya... Günlerim sanki yeni binalarda çocuk odası, çalışma odası adı altında sergilenen balkon bile olamayacak küçüklükteki allanıp pullanmış kafes camlı odalardan birinde volta atarken, kendini uçsuz bucaksız bir ovada hayal eden "oldu oldu oldu" ritüelleri yapan, yeni moda zihin kandırıkçılığına teslim olmuş insan koyvermişliğinde geçiyor. Çünkü insan bir çöplükte dolaşırken çöp kokusuna o kadar alışıyor ki dünyanın her yeri öyle kokuyor ve herkesin manzarası da aynısı sanıyor. Zihnimle bir savaşa giriştiğimi düşünebilirsiniz zira ben de öyle düşünmüyor değilim. Zihnim sürekli kazanıyor. Bir hacı yatmaz gibi ne yapsam deviremiyorum ne yapsam durduramıyorum diye düşünürken Rusların meşhur matruşkası geldi aklıma. Evet bildiniz. Neden bir matruşka olmuyorum. Özüme kavuşana kadar bütün tabakalarım kırılıp dağılsa da en güçlü, en kırılmaz, en ben halime o zaman kavuşamaz mıyım? Bunu biraz da kendimi kurtarma operasyonu gibi düşünebiliriz. Saldıranı ve savunanı aynı olan bir savaştan nasıl çıkılır, ne kadar yara alınır, sonuç tam olarak başarıya ulaşır mı yani demem o ki bir yanımı öldürünce diğer yanım gerçekten kazanmış sayılır mı? Bilmiyorum. Bunu bir savaşmış gibi ele almak yerine değişim, dönüşüm olarak değerlendirmeye çalıştığım zamanlar da çok oluyor. Bu iyi bir şey doğru yoldasın, eninde sonunda huzura erecek, rahat bir nefes alacaksın diyorum. Kabul etmeliyim ki böyle düşününce daha umut dolu, ulaşılır bir hedef belirlemiş ve ona çok yaklaşmış gibi hissediyorum. Tam da böyle hissettiğim anda başka bir düşünce ele geçirmeye başlıyor zihnimi. İlk önce kendini kandırma diye mırıldanıyor. Sonra uçsuz bucaksız çöplüğümde otururken çığlık atmak, sağa sola küfretmek, saçımı başımı yolmak istiyorum. Nezaketsiz, saldırgan, biçimsiz.
Elli derece güneşin altına asılmış ve günlerce orada unutulmuş rengarenk kıyafetler nasıl soluyorsa öylece solsun istiyorum düşüncelerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder