11 Ağustos 2025 Pazartesi

OVERTHİNKİNG "DÜŞÜNÜYORUM O HALDE ÖLÜYORUM"


Elli    derece  güneşin altına  asılmış   ve  günlerce  orada  unutulmuş  rengarenk kıyafetler    nasıl  soluyorsa  öylece  solsun istiyorum   düşüncelerim.  Renklerinin güzelliğini,  kumaşlarının kalitesini  üstelik  konu  komşunun    "ayol    insan günlerce askıda bırakır mı güzelim kıyafetleri " demesini de umursamadan hatta gerekirse duymadan öylece boş boş durmak istiyorum.    Zihnim   arı  kovanı  gibi  sürekli vızıldıyor. Olur olmaz her çiçeğe konup bal  üretmeye çalışmak zorunda değilsin diye sürekli telkin etsem de  yok işe yaramıyor. Dünyanın en büyük çöp yığınının pasifik okyanusunda olduğunu söylüyorlar.  Bana kalırsa dünyanın en büyük çöp yığını  benim  zihnimde   ve   her  an  üzerine yenileri ekleniyor. Çok kırılmış,  çok yorulmuş, çok kandırılmış   ya da  şöyle  diyeyim  çok aldanmış biri olarak  kendi  zihnimin   ipini   çekmeye   karar    verdim.  Hani diyor ya  Yılmaz Erdoğan  "SEVGİLİM YOKSA SEVGİLİM OLMAYABİLİR MİSİN?"   şiirinde   "Sen aşka aşıksın müsaitsin gördüğünü abartmaya"     hah işte ben de aldanmaya meyletmiş ve bunu abartmış olabilir miyim? Olanı, olduranı bir kenara bırakıp yoluma öyle devam etsem olmaz mı?    Biraz sakinleşsem?    Sakin olma hakkım olduğunu bile yeni fark ettim biliyor musunuz?  Alışmışım pata küte nerede olmaz    var    olur  edebilirim  fikrine  kapılıp  kırk  parçaya  bölünmeyi  meziyet saymaya, olura olmaza nezaketle yanaşıp çok mühim   bir  şey   beceriyormuşum gibi  affetmenin  erdem  olduğu  yalanına  inanmaya...  Günlerim  sanki yeni binalarda çocuk odası,  çalışma odası  adı altında   sergilenen balkon bile olamayacak küçüklükteki allanıp pullanmış  kafes camlı  odalardan birinde  volta atarken, kendini uçsuz bucaksız bir ovada hayal eden  "oldu oldu oldu"  ritüelleri yapan, yeni moda  zihin  kandırıkçılığına  teslim  olmuş  insan   koyvermişliğinde   geçiyor. Çünkü insan bir çöplükte dolaşırken çöp kokusuna o kadar alışıyor ki   dünyanın  her yeri öyle kokuyor ve herkesin manzarası da aynısı sanıyor. Zihnimle bir  savaşa  giriştiğimi düşünebilirsiniz  zira  ben  de  öyle düşünmüyor değilim. Zihnim sürekli kazanıyor. Bir hacı yatmaz gibi ne yapsam deviremiyorum   ne  yapsam durduramıyorum diye düşünürken Rusların meşhur matruşkası geldi aklıma.  Evet bildiniz.  Neden bir matruşka olmuyorum. Özüme kavuşana kadar bütün tabakalarım kırılıp dağılsa da en güçlü, en kırılmaz, en ben halime o zaman kavuşamaz mıyım? Bunu biraz da kendimi kurtarma operasyonu gibi düşünebiliriz. Saldıranı ve savunanı aynı olan bir savaştan nasıl çıkılır, ne kadar yara alınır, sonuç tam olarak başarıya ulaşır mı yani demem o ki bir yanımı öldürünce diğer yanım gerçekten kazanmış sayılır mı? Bilmiyorum. Bunu bir savaşmış gibi ele almak yerine değişim,  dönüşüm   olarak  değerlendirmeye çalıştığım zamanlar da çok oluyor. Bu iyi bir şey doğru yoldasın, eninde sonunda huzura erecek, rahat bir nefes alacaksın diyorum. Kabul etmeliyim ki böyle düşününce daha umut dolu, ulaşılır   bir   hedef   belirlemiş ve ona çok yaklaşmış gibi  hissediyorum. Tam da böyle hissettiğim anda başka bir düşünce ele geçirmeye başlıyor zihnimi. İlk önce  kendini kandırma diye mırıldanıyor. Sonra uçsuz bucaksız çöplüğümde otururken  çığlık atmak, sağa sola küfretmek, saçımı başımı yolmak istiyorum. Nezaketsiz, saldırgan, biçimsiz.    

Elli derece güneşin altına asılmış ve günlerce orada unutulmuş rengarenk kıyafetler      nasıl soluyorsa öylece solsun istiyorum düşüncelerim.

 


Hiç yorum yok: