Çok değil daha birkaç gün önce kavga ettim mahalledeki çocuklarla
Yok yok pes eder miyim hiç canlarına okudum valla
Mahallenin en yaramaz çocuklarından biriydim ben. Zerzevatçıların baş belası, çift kale maç yapan abilerin korkulu rüyası, boyumdan büyük bisiklete biner, ağaç gördüm mü tırmanmadan duramazdım. Yaramaz çocuktum. Yaramazdım. Yaşıtlarım yağlı ekmek, salçalı ekmek yerken ben maydanoz ekmek, çarliston biber kemirirdim. Yok benimkisine yemek denmez cidden kemirirdim. Mahallemize camcı açılacağını öğrendiğim gün çok heyecanlanmıştım. Garibim camcı, nereden bilsin onca başına bela olacağımı. Bana gün doğmuştu. Annem her sabah bin tembih yapmamam gerekenleri sıralardı. Ne hikmetse her akşam yapmamam gerekenleri yapmış ve üstüne bin şikayetçiyi kapımıza dayandırmış olurdum. Bence büyükler her şeyi çok abartıyordu ve dedikleriyle yaptıkları birbirini hiç tutmuyordu. Büyümenin kötü bir şey olduğunu daha o zamanlar anlamıştım. Mahallemizden her akşam aynı saatte elinde gitarıyla bir abi geçerdi. Sanırım ona aşık olmuştum. Etrafta onun gibisi yoktu. Herkesten farklıydı. Elinde alış veriş torbası yerine gitar vardı. Hep aynı saatte geçer, hep aynı hızla yürür ve hep aynı tebessümle bakardı. Ardından baktığım anlar çocukluğumun en uslu anlarındandı. Bisikletim nerede, mahallede maç kurulmuş, gazoz kapaklarım ortalığa saçılmış hiç umurumda olmazdı. Öylece bakardım. Ne zaman o kadar büyüyebileceğimi hesaplamaya çalışır, sonunda işin içinden çıkamaz çareyi gidip yaramazlık yapmakta bulurdum. Top patlatmak, kale yıkmak, zillere basıp kaçmak, kapı önü terlik tekleri saklamak... Yaz bambaşka güzel olurdu. Karpuz severdim. Karpuz sevmeyen mi var be? Hâlâ severim. Karpuzu ve seni.
Sonra biraz biraz büyüdüğümü hissettim. Hiç umurumda olmayan şeyler umurumda olmaya başlayınca... Neler oluyordu? Neden oluyordu? Uğultu gibi sesler ağır kelimeler sarf ediyordu. Anlamını çoğunlukla bilmediğim ama yeterince zor tonlarda söylenen kelimeler. Nesi vardı bu büyüklerin, çözümsüz olan neydi? Karınları ağrıyor olsa geçiyordu nihayetinde. Anneleri kızsa da seviyordu onları. Babalarının cebi hep sürprizlerle doluydu. Yumurtalı ekmek kokusunun unutturamayacağı ne olabilirdi ki? Çilek reçeli vardı hem. Hani şu cennet cennet diye bahsettikleri kesinlikle oydu. Her sabah cennetse ve cennet öyle mutluluk vericiyse nesi vardı bu büyüklerin? Neden mutlu olmuyorlardı? Radyo cızırtısı nasıldır biliyorsunuz değil mi? Türk sanat müziği ya da Türk halk müziğinin art arda çaldığı radyo kanallarında sıradaki parçayı anons eden abilerin, ablaların diksiyonları, sesleri harika olurdu. Kelimeleri öyle güzel söylerler öyle güzel tonlarda konuşurlar, vurguları öyle yerinde yaparlardı ki dedem bile keyfe gelir bir türkü patlatırdı. Sonra düşler kurduran bir müzik başlardı. Ben kırmızı pabuçlarımla ilgili hayaller kurardım ve sanıyorum ki dedem de bana hangi pabucu ne zaman alacağını... Sonra birden bir cızırtı. Hayallerimi bölmek için dedem bana başka pabuç almasın diye radyonun içine saklanan canavarlar düşlerime saldırıyordu. Hem sadece benimkine değil dedeminkine de. "Hay aksi" derdi dedem. Üç kuruşluk zevkimizin içine...Aman dedem derdim hiç sorun değil gider ayarlarım ben. Koştururdum radyonun başına bir o yana bir bu yana çevirirdim düğmesini. "Hay yaşa" derdi. Yeniden keyfe gelirdi. Benim çocuk kalbimde dereler coşar, çiçekler açar, kuşlar cıvıldaşırdı. Yaz rengarenk mutluluklarla kalbimin içini şenlik yerine çevirirdi. Evde kimsenin olmadığı günlerden birinde kocaman karpuzu zar zor mutfak tezgahına taşıyıp kesmeye karar verdim. Bilin bakalım ne oldu? Kestim kesmesine ama sadece karpuzu değil. Sol bileğimde durur hâlâ karpuz kokulu elimden kayan bıçağın izi. O ize her baktığımda (o gün çok korkup çok ağlasam da) mutlulukla doluyorum. Söylemiştim. Karpuzu seviyorum. Bütün o yaz akşamları, sonbahar telaşları, uzadıkça daha tatlı bir kız çocuğu olduğumu söyledikleri saçlarıma babaannemin papatyalardan ördüğü o harikulade taçlar, yalınayak koşturduğum bahçeler, çiçekli böcekli elbiseler, yarım yamalak bildiğim şarkıları söyleme hevesim hepsi ama hepsi senin gözlerinle ilk buluştuğunda gözlerim tekrar gülümsediler. O yüzden onca kızarmıştı yanaklarım. Çocukluğumdaki gibi al al..
Ben ne zaman büyüdüm?
İlk kez pabuçlarım ayağımı acıttığında mı?
İlk kez düşüp yaralandığımda mı?
İlk kez en iyi arkadaşımdan ayrılınca mı?
İlk aşkımda mı?
İlk yalanda mı?
İlk ihanetle tanışmamda mı?
İlk kaybettiğim sınavda mı?
İlk kazandığım ödülde mi?
İlk okuduğum romanda mı?
İlk etkilendiğim şiirde mi?
İlk kez sarhoş olduğumda mı?
İlk migren atağımda mı?
İlk öpücükte mi?
İlk kez sana sarılınca mı?
İlk kez oje sürdüğümde mi?
İlk maaşımı alınca mı?
İlk uçağa binince mi?
İlk araba kullanınca mı?
İlk kez sürdüğüm kırmızı rujla mı?
İlk yolculuğumda mı?
Ben ne zaman büyüdüm?
Karpuz gözlerinden ayrılınca mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder