18 Aralık 2010 Cumartesi

AYAZ

Ağırlaşıyor yoksunluğum.
Çatısız yüreğim sıcak düşlerle yatma hevesinde
Oysa ortalık ayaz.
Sarıp sarmalayan hasretin
Korumuyor soğuktan.

Benden hayır yok sensizliğe. Yolunu gözlüyor tüm sancılarım.
Ayak sesine kurulu bütün saatler.
Nikahı kıyılmış ayrılığımızın üzerinde ağlayıp duruyor akrep
Ses çıkarmıyor yelkovan. 
Çenesi düşük bütün düşmanlar konuşup duruyorlar hiç susmadan.

Yalınayak sana koşuyorum her gece.
Omuzuna dökülüyor pişmanlıklarım.
Eskiden olduğu gibi ben varım diyorsun.
Korkma ben varım.
Uyanıyorum yokluğunun gürültüsüyle
Olmuyor. Gerçekleşmiyor rüyalarım.

Sesin çınlıyor kulaklarımda nasıl yaparsın bunu derken.
Kahrolan, kahreden sesin.
İhanete iyice bulaştıran bizi. Kirleten.
Ayrılığımızın sanığı firar edip giderken
Ardında bıraktığı yıkıntının arasından yükselen sesin.

Oyalandık ay geçti oyalandık yıl.
Başka hayatlara karıştık. Yüreğimize sığdırmaya çalıştık onları.
Oysa ne zaman kıvrılsan yatağına yastığında gülümseyişim.
Ne zaman kapasam gözlerimi koynumda kokun.
Sensiz hayat hayat değil.
Sensiz gülmeyi unuttum.

23 Ekim 2010 Cumartesi

GÖZ YASI

Bizim yalnızlıktan anladığımız eski bir fotoğrafla kedere kılıflar uydurarak
Vakti nankör ellerde parçalama çabasına alkış tutmaktı.
Yokluğu ne kadar zor olabilirdi ki?
Daha ne kadar acıtabilirdi canı?

Bir sabah umudumuzun üzerine güneş doğmuş
Bahçesinde çiçek açmış gördüğümüzde
İzin verir miydi, yaralarımız gönlümüzce koşmamıza?
Bırakın koşmayı eğilip dokunabilir miydik çimenlerimize?
Bize biçilmiş kaftan değil mi harabelerimiz?
Oradan gördüğümüz tüm manzara başkalarına ait değil mi?
Berrak sular çağlayıp duruyorsa kaynağından
Elimizi uzattığımızda kararan ne?

Bizim yalnızlıktan anladığımız köşelerde kelimeleri büyütmek.
Okşamak her harfin saçını onun saçıymış gibi.
Perçemini kaldırıp bir minik buse kondurmak alnına.
Sonra hadi git diyebilmek.
İstemeden bazen de gönlün rızasıyla.
Hadi git çoğal, büyü, sevil derken ağlamak usulca.

Kaydı nankör bir elde sahte imzalar atılan hayatın
Birikip duran çizgilerinde ölüm kalım savaşı vermek.
Çığlığını derin bir sessizliğe gömüp
Yalancı bir tebessümle sevilesi hayranlıklar oluşturmak.
Nankörlüğü kendine çevirip kendini vurmak her tetikte.
Bile bile eğilmek en dik durmamız gerektiği yerde.
Kader işte.

Bizim yalnızlıktan anladığımız sağanak yağmur mevsimlerini bahar ilan etmek
Yasımızın özgürce salınmasına olanak veriyor diye.
Ne bir öncesi ne bir sonrası girebilir gönlümüze.
İnadına sağanaklarda yol almalı.
İlla bir sağanak mevsimde uğramalı düşlerin son dediği yere.

Belalı bir orospu gibi 
Masumiyet giyinip katılmak her maskeli baloya.
Ve en yalın halim bu diye selam vermek gelene geçene.
Saçlarını örüp salmak iki yandan.
Beyaz, lekesiz bir hayat geçirip üstüne büyümek.
Işık oyunlarının yardımı ile en küçük olduğumuz yerde.
Nasılsa bir dev fark edip sokulacaktır kirimize.
Merhabasına karıştığı anda keskin arzularımız geri sayım başlar.
Ne kadar dayanacak bu zehre ve ne zaman ölecek bu dev de.

Bizim yalnızlıktan anladığımız
Aralık bulduğumuz her sokak kapısına sığınabilme ihtimallerine göz koymak.
Açlığımızı ele vermek bizden daha aç olanlara.
Düşünmeden.
Düşünemeyecek kadar kaybettiğimizden.
Kaybettiğimiz kadar azaldığımızdan.
Sokak ortasında kalmak sonunda.
Suçlayacak birileri olsun da vicdanı taşa tutmaya engel.
Gerisi mühim değil.
Mühim olan yittikten sonra.

Gökyüzüne çevrilen parmaklarımız göz kapaklarımıza düşüyor nihayetinde.
İçinde ince bir sızı defnediliyor.
Bereket dualarından umudu kestiren bu kuraklık.
Dudaklarımızı çatlatan sıcak, etrafında gezinen sinekler.
Kesip atsan bile nafile diyor artık en iyi bilen.
Bedene yayılmış bir zehrin kollarında kime sarılsan nafile.
Kapını çalan bir konuk değil. Asıl sahibi sahip olduklarının.
Erteleyip durman senden değil. Onun sabrından diyor.
Son tık öyle sessiz ama en etkilisi.
Kapı aralanıyor.

Bizim yalnızlıktan anladığımız
Göz yası.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

YENİDEN BAŞLAR HAYAT

Yanılabilir insan.
Kıymetsizsin diyor diye biri yok pahasına satmamalı düşleri.
Gözünü umuda dikmeli biraz da hep aynı olacak değil ya manzara.
İnanmalı yine de herkese küsmemeli.
Yeniden başlayan her gün gibi
Yeniden bir şans vermeli kendine.
Yanılabilir insan.
On beşlik düşlerde kanayabilir yüreği.
İnandığı için yitirebilir çoğu şeyi
Ama yitirmemeli masumiyetini.
Yanılabilir insan.
Benim yanıldığım gibi.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

YEDİVEREN DÜŞÜNDEN "GERÇEĞE"

Vazgeçtim.
Sensiz İstanbul akşamlarında yolculuk telaşında gözlerimi ıslatan şarlatanlardan.
Dilime doluşup duruyorken en belalı sözcükler.
Adam akıllı yalnız kalmayı bile beceremediğim ayları
Ardından boş şişeler gibi devirip dururken.
İçimin zehrinden, sana kan kusturan bir ayrılık armağan ettiğim güne
Tükürüp duruyorum her günah sevişmede.

Eller bilmez kıymetini dediğin anlar çoğalıyor.
Anlamını yeni öğrendiğim bir sözcüğün altında azalıyorum ben.
Koşarak gittiğim dost muhabbetlerinden sensizliğime düşman ayrılıyorum.
Öyle ya kaç zaman oldu. Değişti mevsimler.
Bilmediğim topraklarda yediveren hayalinde can acıtan gerçekleri suluyorum.

Sokaklar geçiyorum ardından.
Denize sevdalı gözlerinde demleniyor rüyalar.
Her sabah yokluğun doğuyor üzerime
Her akşam sensizlik çöküyor şehrime.
Tren camlarından izliyorum seni.
Ve beni en sevdiğin yerde alıyorum öldürücü darbeyi.

Övünebileceğim bir şey kalmıyor bana ait.
Kirli sayılıyor ak dediklerin.
Karama sarılıyorum daha sıkı, daha sıcak.
Söz sevdiğim bu oyun da son bulacak.

20 Temmuz 2010 Salı

UMUT

Sahilin birbirine karışmış kokuları ayırıyor bizi.
Kaldırımına oturmuş sevdalıları ayrılığımızla büyüyor.
Mısır koçanlarının buzhane bayatlığına diş bilerken açlığım
Gözlerim takılıyor adımlarına.

Bu ne kaçış  bu ne hız  benden öteye düşmek için?
Oynaşıp durduğun yaran tek aşk kırıntısı
Tek ben sende kalan.

İnkarın tahtına bağdaş kurup oturmuşsa 
Yabancı, yalancı, ipe sapa gelmez aşk sanrıların.
Onların da gelir elbet sonu. Sallanır, yıkılır, acıtır, bitti sandığın.
Benim derdim yokluğuna ateş yakmak.
Dikkat çekmek varlığının gezindiği yerleri bildiğime.

Yok mu diyeyim ?
-Unutmuş değdiğim her yeri-
Aklının esaretinde beyaz bayrak çekerken gönlün.
Al sana en çabuk unutma hikayesi diye bir not mu bırakayım?

Kimseye yar olamayacak bir ben.
Benden kaçmak için çırpınıp duran sen.
Bırak artık çocukluğu
Oyalanman sürecek ömür boyu.

9 Mart 2010 Salı

SOKAK ŞAHİT GÖRDÜKLERİME

Daha dün diye yattığım uykuların etrafında gezinen sorular
Seni usta bir hırsız sessizliğinde çalıp götürürken benden.
Yüzüm bulanık bir su birikintisi 
Yokluğunu kusuyor kelimeler.

Dalını yere eğmiş gövdemin kökünde ateş yakıyor yaramaz çocuklar.
Rüzgar büyütüyor alevleri.
İsyanım azınlık mültecisi.
Kederine yer arıyor çaresizce.

Kapısını çalıyor bakir bakışlarının Ay güne yakın yerlerde.
Soluyor ömrümün bahar çiçekleri
Ne yazdan ümit kalıyor.
Ne kışa tahammüle güç bende.

Sana sarılma hevesim ölü doğuyor her güne.
Rica minnet kalmasına ikna ediyorum kavuşma ihtimalini.
Hükmü geçmiş banknotlar gibi
Kasamda saklıyorum beni sevdiğin günleri.

Saklama konuş diyor içinden geçenleri, içimin sen köşeleri.
Elimi uzatıyorum kilidi iki kere çevrilmiş tozlu kapına.
Ardında beni beklediğini düşünerek  hadi diyorum.
Sanki soluğun bin kez değiyor yüzüme.

İtiraz ediyorum hakkımda açtığın bütün davalara.
Hasretim delil-i celî değil mi zaten?
Avucuma bıraktığın yalnızlık kaldırıp başını sormaz mı sana,
Davacı ayıptır yaptığın demez mi?


Yadigar bıraktığın yokluğun adımı zehirliyor her sabah.
İpimi elinde tutuyor nankör parmakların.
Seni sevip duran bir serseri, elebaşı suçluların.
Yüreğim aranıyor her yerde.
İnkar etme! Sokak şahit gördüklerime.

28 Ocak 2010 Perşembe

KAYIP DUVAK

Kendimden kaçıyorum ben. Senden ayrı düştüğümü anladığımdan beri senden değil benden kaçıyorum. Ne zaman biz onca savrulduk dersin sevdiğim? Seninle yaşadığımız bin bahar bir kışla unutulup gidecek miydi? Değmiyor muydu tarifsiz bir aşkla gözlerimiz birbirine yaşadığımız bütün ayrılıkların sonunda? Dua mı diyorsun sen ayrılığımıza, kader mi diyorsun? Biz ayırmadık mı bizi bizden? Bir sen, bir sen derken, bir benden olunca yerle bir olan gönüllerimizi nihayetinde biz susturmadık mı zorla? Gitme demediğin, yapma demediğin, bütün ayaklanmalarıma bütün isyanlarıma bir tek kelimenle, bir tek kal işaretinle son verip yeter deyip kurtarsaydın bizi bundan daha kötü olmazdı değil mi? Senin yokluğun benim ömrümün belalısı. Birlikte geçireceğimiz günlerin iki dudağının arasında can verip gitmesi hangi nefret yazgının suçu? Hangi kaderden bahsediyorsun? Seninle uyuduğum akşamların sana varan sabahlarından kovup beni bu akşamlara salmasaydın ne olurdu söyle, söyle be sevgili? Dayanamıyorum artık. Yokluğun zehir. Her gün senden daha uzağa daha da tuzağa varan yollarda yürümekten yoruldum. Şimdi beni başkalarına yâr eyleyip beddualarla yollarını lanetlediğim ellerin koynuna mı yâr olacaksın sen de? Ve biz buna yazgı mı diyeceğiz söyle? Yıllar geçip giderken bizi unutacağız üstelik öyle mi? Alnıma kondurduğun buseleri, senin kıyafetlerinin içinde oyunlar türettiğim akşamları, pabuçlarının içine bıraktığım notları? Eve varır varmaz "hadi bakalım çay yapma vakti" dediğinde en lezzetli çayları birlikte yudumladığımızı? Kabuslarımdan irkildiğimde ben buradayım demeni, sarılmalarımızı? Bozuk paralarını çantama doldurup illaki gezmeye gitmek zorundaymışız gibi dışarı çıkıp; kavga ederek eve döndüğümüz o akşamı? Krem rengi şapkamı? Okuduğumuz şiirleri? Hadi okuduklarımızı geçtim ya birbirimize yazdıklarımızı? Birbirimizden habersiz birbirimiz için kurduğumuz hayalleri? Seni, beni, birlikte uçurtma yapıp güleceğimiz geleceğimizi? Çocuklarımızı? Bahçende açan gelin duvaklarını aldığımız günü? Aç kaldığım o akşam yaptığım kaprisi? Avuçlarıma yağmur biriktirdiğim yolculuklarımızı? Yazımızı, kışımızı, deniz kenarında koşturduğum anlarda beni seyreden seni, şımarık beni? Hepsini ama hepsini unutup başka hayatlara sokulmaya devam edeceğiz öyle mi? Şimdi gözlerimin önünde yerle bir olan düğünümüz, birden bastıran yağmurla çamurlara karışan gelinliğim, papatyalardan örülmüş tacım sırılsıklam olup giderken, kayıp duvağımı nereden bulacağım ben?

23 Ocak 2010 Cumartesi

GÖNÜLLÜ AYRILIK

Gönüllü yalnızlık.
Gönüllü pişmanlık doğuruyor.
Gönüllü yalana düşenlerde.

20 Ocak 2010 Çarşamba

HUDUTSUZ " HAYDUT"

Seni sevme arifesinde
Kaç kişinin kıyamet günü geldi dersin.
Yine çetele tutma vakti gönlümün.
Gelecek mi diye çizikler atma vakti günlere.
Neden gittiğini bile bile.
Geri gelsin diye bütün inandıklarımı seferber eyleme vakti.
Ne uzun bu vakit denen kavram söz konusu beklemek olunca.
Ve ne kadar kısa istediğine kavuştuğunda.
Beni bekle bile demedi oysa
Gidiyorum demeyen biri için zor olurdu elbette.
Yas tutmayı mı seviyorum ben?
Kendime acıyarak yaşamak hoşuma mı gidiyor?
Ben hudut bilmeyen bir aşkla bağlıyken ona
Nereye gitti o haydut ? Başka bir aşk denir mi bu kaçışa?
Yine mi bu yalnızlık salatası düştü benim payıma?
Hep bir aşk diyeti.
Hep kalp kitle endeksim fazla çıkıyor sahip olduğum yazgıya.
Nereye saklanmalı bu defa?
Sorularla baş başa kalmaktan mı yoruldum?
Cevap bulamamaktan mı?
Kim siliyor gözün yaşını sele ortak eden mi?
Yeni bir el mi aramalı yoksa?

18 Ocak 2010 Pazartesi

MAVİ ÇİÇEK "RÜYA"

Camı karanlık bir boşluğa açılıyor.
Yüklüğünde yorganlar naftalinlenmiş.
Ama ne fayda küf kokuyor ortalık.
Daracık bir oda üstelik bu arka oda.
Yerde halısı yok.
Çıplak betona değiyor ayaklarım.
Tek kişilik bir yatak yerleştirilmiş kapının tam karşısına.
Yastığına değdiği anda başım içimi yakıyor soğuk.
Plastik bir sürahinin içinde
Berraklığını yitirmiş kokuşmuş suya takılıyor gözlerim.
Elimdeki muma püf yapıyorum.
Tak tak tak!
Anlayamıyorum ilk önce rüya mı görüyorum derken
Anlıyorum sabah olmuş
Ses kesiliyor.
Gitti sanıyorum.
Tak tak tak!
Kahvaltı vakti.
Birkaç günlük bir dilim ekmek, biraz peynir.
İçinde çilek olmayan çilek reçeli, birkaç zeytin.
Hâlâ su kokan bir bardak çay.
Teşekkür ediyorum.
Bir çerçeveye takılıyor gözlerim.
Yatakla duvar arasındaki boşluğa zar zor sıkıştırılmış gibi
Merakla eğilip alıyorum.
Yüzümle karşılaşıyorum belli belirsiz.
Parmağımla bir çizik atıyorum.
Sonra çoklaşıyor parmak izlerim.
Derin derin nefes almaya başlıyorum.
Ve bir yudum çay.
Niçin duvarda asılı değil ki bu?
Derken sualsiz giriyor içeri.
Ela gözleri tarihe mâl olmuş bir kahraman edasıyla.
Ben hep uzaktan bakmaya adanmış gözlerimin buğusundan.
Titremeye başlayan ellerimden. kuruyup kalan boğazımdan muzdarip
Şaşkın, kederli, hatırlamaya başlıyorum.
Neden buradayım?
Bir sonbahar akşamı; ılık öyle güzel yazdan armağan.
Geceyi günle yarıştıyor gülümsemesi.
Telefon düşmüyor elimden.
Bir o yazıyor.
Bir ben.
Kanatlarını okşuyorum gönlümün.
Okuyorum satırlarını aşkla.
Diyor ki: O kadar saf değilim mavi çiçek.
Ateşi yakmaya deli cesaretin yetmeyecek.
Cesaretsizliğin belki de ateşi hiç yanmadan söndürecek.
Karanlık geceleri aydınlatmaya çok çaba gerekecek.
Kıvrılıyor dudaklarım. Sevinçle karalıyorum satırları.
Sanmam zor olsun yakmak bu ateşi
Gördüğüm kıvılcım bana kafi demek ki
Sen oyalama gönlünü karanlık gecelerle.
Aydınlık günler bekle geleceğiz birlikte.
Başlıyor hikayemiz.
Bir eylül akşamı.
Adımlar atıyoruz birbirimize.
Ne günler o günler.
Kaldırıyor olduğum yerden. Dingin yüreğimin fitilini ateşliyor.
Ben varım diyor gözleri her değdiğinde solgun yüzüme.
Utanıyorum uzun uzun bakmaya. Kelimelerin sonunu getiremiyorum çoğunlukla.
Hayranı oluyorum şen sesinin.
Müptela oluyorum ışığına.
Bir gün görmesem ikinciye kokusu sarıyor etrafımı.
Onsuz bir an olamaz artık diyorum.
Düşümde o peşinde ben. Yanımda o dilinde ben.
Ayları deviriyoruz.
Derken
Uyanma vakti erken geliyor.
Kış günü sobasız bir evde uyanmanın ne demek olduğunu bilenler
Bilirler bu uyanma işi ne eziyettir.
En beter kış günüme uyanıyorum.
Vaveylan eyliyorum dilimden çıkan her sözcüğü.
Boğuluyorum daralan yüreğimin sancısından.
Sus diye inliyorum. Duyan kim?
Saçlarımı satmış, ellerim nasır, dilim küfür kıyamet.
Seviyordu beni, ben seviyordum onu.
Nereden çıktı bu ihanet?
Kanına kim girdi?
Kim çaldı benden seni?
Diye diye varıyorum gerçeğe.
Her deliği benim için yapılmış sanıyorum.
Kuyruğuma teneke de bağlıyorum üstelik sığamadığım yerlerde.
Böyleyim diyor. Sevemem sadece seni.
Kocaman bir yüreğim var benim seninle boş bırakamam diyor.
Doluyorum. Taşıyorum.
Tekrar tekrar bağrıma basıyorum o geniş yüreği.
Olmuyor.
Başa sarıyorum.
Yaza varıyoruz.
Hüzünlü.
Yüreğim düşüyor ayaklarımızın üzerine bir akşam.
Geceye yakın.
Önce yine o basıyor üzerine. 
Sonra ben eğilip kaldırmak yerine eziyorum. Öldürüyorum.
Gık diyemiyor artık.
O günden beri bu odada yaşıyorum.

Yüreğimin orta yeri hoş geldin.
 Arka odayı sana bırakıyorum.

7 Ocak 2010 Perşembe

DERME ÇATMA "SEVMECE"

Işığından mahrum eziyet karanlıkları çek al üzerimden.
Sensiz düşüp düşüp kalkma çabalarım da işe yaramıyor artık.
Gülüşlerim eskidi. Yüzüm de soluyor üstelik.
Bugün. Evet bugün gelecek umudum yerle bir oldukça
Her gece zehir.
Her gece ölüme ortak yüreğim sen diye diriliyor sabahlara.
Kamburu çıkmış avazım bile dilime düşman.
Ah benim imkansız hikayem.
Sana dönüp duruyorum sefaletimin gölgesinde.
Kıymıklarını bile senden bir parça olduğu için
Bağrıma basıyorum.
Hakkın yok sevdiğim
Böyle hakkıma haksızlık etmeye.
Kimselere bahsedemiyorum ya senden
Hani bahsedecek olsam korkuyorum ya
O artık seni unuttu demelerinden.
Susuyorum.
Seninle geçen günlerin ardından yokluğunda karşıma çıkan
O deli, o akıl almaz saçmalıkların sahibi olup çıkan ben
Bitti bak ben geldim diyeceğin güne kadar
Seni bekleyerek geçireceğim yine günleri.
Belki bugün değil. Yarın değil belki
Ama geleceksin.
Bu kimsesiz geceler son bulacak koynunda.
Gözlerimi yakan islerinden kör olmadan.
Kaybetmeden seni sevmemi.
Söndür yalan alevleri.
Gel artık.